fiko

Haftanın Konusu

Yeni konumuz "Hayır, hayır, hayır... Kime söylüyorum ki şarkıyı?'. Bu kez her şey çok basit: ya evet diyeceksiniz, ya hayır...

15 Mart 2015 Pazar

Antibiyotik Can Aldı



Cipro ile Klacid, Antibiyo ülkesinde aynı gün doğmuş, ömürleri boyunca birbirleriyle denk gelmeyecek 2 erkek çocuğuydu. İkisi de apayrı kültürde yetişmiş, apayrı dini inanca, apayrı siyasi görüşe, apayrı doğrulara sahip ailelerin çocuklarıydı. Klacid’in ablası; Cipro’nun ise ağabeyi vardı. Klacid'in ailesi, Esculope dininin getirdiği kurallara katı bir şekilde bağlı, Antibiyo'nun birlik, beraberlik ve daimliğini savunan, muhafazakar yapıda bir aileydi. Kendileri her zaman bu düşüncedeydi; ancak destekledikleri görüş epey uzun süredir de iktidarda olunca, daha bir sahiplenmişlerdi bu görüşü. Cipro'nun ailesi ise görünürde daha özgürlükçü olsa da; uzun yıllar muhalif olmanın getirdiği bir kutuplaşma yaşamış ve muhalif olmayanı kabul etmeme yolunu seçmişti. Bu da onları kendi içinde muhafazakar hale getirmişti. Cipro'nun babası tek çözümün Hijyenist devrim olduğunu ve bu devrim sonucu tüm Esculopistlerin ve iktidar yanlılarının öldürülmesi gerektiğini savunuyordu. Hijyenizm, bir din gibi kurallar bütünü olmasa da; akım olmanın getirdiği zorunlulukla kurallar ihtiva ediyordu. Cipro’nun babası da ancak bu şekilde yeni bir yaşam oluşabileceğine inanıyordu. Klacid'in babası ise aynı sertlikte; fakat aksi bir düşüncedeydi. Uzun yıllar iktidarda kalan bu görüşün, ülkenin gerçek kimliği olduğunu ve aradan çıkan çatlak seslerin sindirilmesi gerektiğini savunuyordu. "Ülke bu, din bu, kurallar da bu. Sevmiyorsan terk et!" diyordu. Cipro ile Klacid, bunlardan habersiz meydana gelen iki candı sadece. Ailelerinin en değerli varlıkları; birbirlerinin potansiyel düşmanları.
  
Klacid sadece Esculopist ailelerin çocuklarıyla oynayabiliyordu, Cipro ise Hijyenist ailelerin çocuklarıyla. Çocukların okul çağı geldiğinde, işler aileler için biraz daha zorlaşmıştı. Dış dünyada gittikçe sertleşen siyasi ortam, hayatlara çok daha fazla etki ediyordu. İkisi de okulun ilk günü aileleri tarafından, karşıt görüşle arkadaşlık yapmama hususunda tembihlenmişlerdi. Aslında söylenenleri pek anlamamışlardı, bahsedilen karşıt görüş hakkında hiç fikirleri yoktu ki... İkisi de ara sıra babalarının televizyon karşısında celallendiğini, hatta küfürler savurduğunu görmüş; ancak sebebini çözememişti. Çok da önemli değildi zaten, oyun oynamak varken bu tür şeylere küçücük dünyalarında yer açamazlardı. Hoş; isteseler de, aileleri sen küçüksün derdi.
  
Ülkenin, eğitimde net bir ayrıştırma politikası uygulayamaması, Esculopist çocuklarla Hijyenist çocukların bir arada okumasına neden oluyordu. İki aile de rahatsızdı bundan; fakat iki çocuk da okumak ve bir gelecek yaratmak zorundaydı. İkisinin de okuldaki en yakın arkadaşları zıt görüşten çocuklar olmuştu. Aileler bu durumu öğrenince, çocukları sorguya çektiler. Klacid'in babası "Ne işin var kokarlarla? Teröristlerle görüşmeyeceksin, vatan haini mi olacaksın başıma? Git ve bizim ailemizin kalitesine uyan çocuklarla arkadaşlık kur, bastırma bana okulu!" gibi orospu çocuğu bir yaklaşımla haşlamıştı oğlunu. Cipro'nun babası ise bu durumu öğrendiğinde "Bağnaz bir it mi olmak istiyorsun? Sikik bir dine inanan, at gözlüklü, güç yalakası bir piç ol diye mi yolluyorum seni okula? Onlar gibi koyun mu olmak istiyorsun? Başına bir çoban, önüne iki tutam ot, boş beleş yaşam. Bu mu senin geleceğin?" tarzında, eşdeğer bir orospu çocukluğuyla kızmıştı oğluna. Hatta kendini tutamayıp tokat bile atmıştı. İki çocuk da, babalarının dediklerinden hiçbir şey anlamadan ertesi gün okula gitmişlerdi. Tek bildikleri şey, artık en yakın arkadaşlarıyla görüşmemeleri gerektiğiydi, öyle de yapmışlardı. Ama bir sonraki en yakın arkadaşları yine zıt görüşten olmuştu, babaları yine kızmıştı, yine arkadaşlıklarını sonlandırmışlardı. Bu durum 5-6 kez yaşanmış; ancak çocuklar nerede yanlış yaptıklarını bulamamıştı. En iyi anlaştıkları, en güzel oyun oynadıkları, en güzel muhabbet ettikleri çocukların hangi yanlış kısmı vardı da babaları kızıyordu?


Çocuklar artık büyümüş, ergenliğe girmiş, lise çağına gelmişlerdi. İkisi de ailelerine yaraşır bir birey olmak istiyordu. Fikir temellerini oluşturmaya çalışan bu iki çocuk, çoktan liselerindeki kendi görüşlerini savunan kişilerle arkadaşlıklarını ilerletmiş, kendilerini çete olarak lanse etmeye başlamışlardı. Bir yandan da ergenliğe girmiş olmanın getirdiği cinsel dürtüleri tanımaya ve hatta değiştirmeye çalışıyorlardı. Esculopizm, eşcinselliği günah kabul etmiş bir dindi. Bunun bir hastalık olduğu düşünülüyordu. Bu hastalığı tedavi etmek için sağlık kurumları bile kurulmuştu. Islah olmayanların cezası ise idamdı. Klacid, bir yandan arkadaşlarından ve ailesinden bu durumu saklamaya çalışırken, diğer yandan neden kendisinin diğer herkes gibi normal(!) bir birey olmadığını sorguluyordu. Nasıl olur da erkekleri kadınlardan daha tahrik edici bulabilirdi? Tedavi mi olmalıydı? Ya sonunda ıslah olmaz ve idam edilirse? Göze alamıyordu, kendi içinde çözmeye, dürtülerini dizginlemeye çalışıyordu.

Cipro’nun ailesi nasıl olsa Esculopizm’e inanmıyordu. Ama onların kültür ve geleneği de eşcinselliği doğru bulmuyordu. Hem Cipro’nun babası istemez miydi torun sahibi olmayı? İstemez miydi oğlunun bir kadınla mutlu bir evlilik yaşamasını?  Ayrıca eşcinsellik de ne demek oluyor? Nereden öğreniyor bu çocuk böyle saçma şeyleri? Cipro da anlam veremiyordu içindeki bu duygulara, ama dile de getiremiyordu. Lisedeki arkadaşlarıyla devrim hayali kurarken, bir yandan da cinselliğini özgürce yaşayabileceği bir ülke hayal ediyordu. Daha şanslıydı Klacid’den. En azından hayal edebiliyordu.   
  
Ülkenin başında hala aynı iktidar vardı; fakat eskisi kadar ılımlı değildi. Kurumlarda güçlü ve ülkeye tümüyle hükmeden bir siyasi oluşum vardı artık. Kendinden olanı makul ve mazur gören; kendinden olmayana baskı kurmayı düstur edinmiş, totaliter bir zihniyet. Fakat hükmünü ülkenin her yerinde aynı şekilde uygulayamıyordu. Hijyenistler ülkenin belli bir coğrafyasında çoğunluğu sağlamış, hatta o bölgede kendi kurallarını uygular hale gelmişlerdi. Kendi orduları, kendi sağlık birimleri, kendi eğitim kurumlarını bile oluşturmuşlardı. Onların da, sahip oldukları bölgedeki uygulamalarının Antibiyo Devleti’nden farkı yoktu. Esculopist rejim, orayı bu oluşumdan kurtarıp, tüm inananları refaha kavuşturmak; Hijyenist rejim ise tüm ülkeyi ele geçirip, Esculopist rejimi yıkmak ve kendi rejimini oturtmak istiyordu. Önceleri münferit olay olarak görülen karşıt görüş kaynaklı ölümler, artık olağan hale gelmiş ve iç savaş boyutuna ulaşmıştı. Suç olarak nitelenen çoğu kavram, günlük yaşantının ritüeliydi artık. Faili meçhuller, tecavüze uğrayanlar, gaspa uğrayanlar…
  
Klacid’in ablası o dönem üniversite öğrencisiydi. Ailesinin ve sistemin ona aşılamış olduğu kültüre sonuna kadar sahip çıkan gerçek bir Antibiyo kadınıydı. Siyasi aktivitelere çok katılmazdı, zaten ailesi de istemezdi onun siyasi bir figür olmasını. -Hem kadının siyasette işi ne canım?- İçine kapanık, asosyal bir kız değildi; fakat daha önce ciddi anlamda sevgilisi olmamıştı. Birkaç tane çocukla gizliden flörtleşmişti, tabii sınırlar dahilinde. En fazla el ele tutuşmuştu. Öpüşmeyi çok merak ediyordu aslında, ama yapamazdı, yakışmazdı ki bekar Antibiyo kadınına. Hele sevişmek, tövbeee. O, bu yaşına kadar bekaretini saklamıştı ve bununla gurur duyuyordu. Kocası sahip olabilecekti sadece ona. Günü geldiğinde yaşanacaktı cinsel birliktelik. İçindeki dürtülere öyle bir ket vurmuştu ki, ilk mastürbasyon yaptığında utancından intihar etmeyi bile düşünmüştü. Heteroseksüel olduğundan emindi. Çünkü o bir kadındı, aksi olamazdı. Bir kere dünyaya gelme sebebi üremeyi sağlamaktı, daha nasıl farklı bir şey olabilirdi ki? Lezbiyenlik mi? Bir kez bile düşünmedi, düşünemedi. Yoktu ki öyle bir algısı. Ülkede yoktu bir kere. Eşcinsellik bile erkek egemen bir kavramken, lezbiyenlik nereden çıkıyor? Ha ola ki lezbiyen bu kız, ibnelerle aynı yerde mi tedavi görecek? O kadar erkeğin arasında? Ama onlar ibne? Bu kız da mı ibne? Yok yok, öyle şey mümkün mü ya?
  
Güç bela ailesinden izin koparıp, kız arkadaşlarıyla sinemaya gittiği bir akşam, eve dönüş yolunda tecavüze uğrayıp öldürüldü Klacid’in ablası. Antibiyo’nun başkentinde, sokak ortasında iki adam tarafından kaçırılıp, tecavüz edilip, öldürüldü. Halbuki düşünmüştü, ortalığın pek tekin olmadığının farkındaydı. Yürüyerek dönmektense taksiye mi binsem demişti, ama taksici de manyak çıkabilirdi? Hem bir şey olacak olsa, bağırırım biri duyar, yardım eder veya kaçarım demişti. Bağıramadı da, kaçamadı da… Yürüyerek bir yere ulaşmak kadar normal bir eylemi, başıma bir şey gelmeden nasıl başarabilirim diye düşündürtecek kadar saçma bir sistemde yaşıyordu çünkü. “Yüce Antibiyo Devleti’nin başkentinde sokak ortasında bir kız, kimliği henüz tespit edilemeyen kişi veya kişilerce kaçırılıp, tecavüz edilip, vahşice öldürüldü. Antibiyo Devlet Başkanı bu olayın bizzat takipçisi olacağını, faillerin Hijyenist gruplardan olduğunu tahmin ettiğini ve bu olayı nefretle kınadığını; ancak ailelerin de kızlarına sahip çıkması gerektiğini dile getirdi. ” 1 dakikalık haber yeterliydi, zaten devlet başkanı gerekeni söylemişti.
  
Cipro’nun babası bu haberi ayaklarını kaşıyarak izlerken, pişkin pişkin gülerek “Antibiyolu bir orospu daha gitmiş, iyi işte.” dedi. Annesi “Ne işi varmış canım o saatte sokakta, kaşınmış valla.” dedi. Cipro’nun da fikirleri netleşiyordu, karakteri oturuyordu artık. Ailesinin empoze ettiği güzel ahlak ona şu cümleyi söyletti: “Oh olsun kahpeye!”

Bu olaydan yaklaşık 7 ay sonra, Cipro’nun abisi, -Hijyenist Silahlı Kuvvetler’in üst düzey subayı- Antibiyo  Silahlı Kuvvetleri tarafından yakalandı ve vücudu parçalara bölünerek öldürüldü. Klacid’in babası “Öldürün köpekleri, az bile yapmışlar, soykırım lazım soykırım!” diyerek karşıladı bu olayı. Annesi “Kansızlar, geberin inşallah hepiniz, dinsizler.” dedi. “Dinsiz” kelimesini küfür olarak düşünüyordu. Klacid de muhteşem ailesini utandırmayarak “Yok baba, bunların ellerini ayaklarını kesip, sana yalvartarak yaşatacaksın. Yalvara yalvara ölecek piç kuruları.” dedi. Babası, oğlunu böylesine güzel yetiştirmenin verdiği gururla güldü. Kızının başına gelenlerden beri ilk kez yüzü gülmüştü. Akan kana üzülüp, akan kanla gülmüştü.
  
Klacid, üniversiteyi de okuyup mühendis oldu. Sıkı bir Antibiyo milliyetçisiydi. Ne var ki, hem kendisinin hem de toplumun bastırılması gereken bir dürtü, bir hastalık olarak gördüğü eşcinselliğini bastıramadı. Vatana hayırlı bir evlat olmam gerekiyorsa tedavi olmalıyım diyerek sağlık kuruluşlarına başvurdu. Ailesinin beynine soktuğu kurallarla yaşadığı saçma hayatı boyunca, sahip olduğu tek insani yönünün eşcinsellik olduğunu bilemeden, Antibiyo Devleti tarafından idam edildi. Çünkü siktiğimin devletinin kuralları vardı.
  
Cipro, ağabeyinin yolundan ilerledi, onun kanını yerde bırakmamaya ant içti ve Antibiyo kanı akıtmak için asker oldu. Ailesi böyle hayırlı bir evlat yetiştirdiği için hep gurur duydu. Çünkü ailesi, oğulları ölmüş olmasa da akan kandan mutlu olacak kadar bok zihniyetli bir aileydi. Cipro, bulunduğu bölükte başka bir askerle eşcinsel ilişki yaşadığı tespit edildiği ve bunun bir salgın gibi yayılmasından korkulduğu için Hijyen Silahlı Kuvvetleri tarafından idam edildi. Çünkü siktiğimin yerinde eşcinsellik bir tercih değil; bulaşıcı bir hastalıktı.
  
Bu pislik dünyada “CAN” denen kavram, yapılan kıyasa göre değer buluyor. Öldürülen veya eceliyle ölen kim olursa olsun, canın değeri bir ve hep değerli. Senin “Oh olsun” dediğin, başkasının ana kuzusu. Senin terörist gördüğün, başkasının gözünde şehit; tıpkı onun gözündeki teröristin senin gözünde şehit olduğu gibi. Senin, eşcinsel olduğu için anormal gördüğün insanın canı, senin en sevdiğinin canıyla eşdeğer. Kaybetmesi bu denli olağan bir şey olarak görme şu CAN kavramını. Öldürmeyi normalleştirme. Üzül veya üzülme; ama her bir canın, her bir yaşamın, kaybedilmeyi hak etmeyecek kadar değerli olduğunu bil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder