fiko

Haftanın Konusu

Yeni konumuz "Hayır, hayır, hayır... Kime söylüyorum ki şarkıyı?'. Bu kez her şey çok basit: ya evet diyeceksiniz, ya hayır...

14 Mart 2015 Cumartesi

Çocukluğum ve Rousseau


Jean Jacques Rousseau’nun bir sözü var: “İnsan; düşünmek, sevmek ve inanmak için dünyaya gelmiştir.” Bu sözü ilk okuduğum zaman, bütünüyle hak vermiştim. Hakikaten bunlar için varız diye düşünmüştüm. Ancak daha sonra fark ettim ki bu eylemler, bir amaçtan ya da varoluş nedeninden ziyade, bir zorunluluk haline gelmiş vaziyette. Düşünmek, inanmak ve sevmek eylemlerini, yaşamak için gerçekleştirmek gerekiyor sanki. Aksi takdirde yaşamak güçleşiyor, can sıkıcı bir durum ortaya çıkıyor bir şekilde.

Küçükken annemlerle misafirliğe gittiğimiz zaman, diğer çocuklarla oynamak durumunda kalırdım. Birçok kez, birçok çocuğun, canları sıkıldığı gerekçesiyle ağladıklarını ve evlerine gitmek istediklerini hatırlıyorum. Bir türlü anlamazdım. İnsanın canı nasıl sıkılıyor diye merak ederdim. Bir de baş dönmesi ve baş ağrısına anlam veremezdim o dönemler. Başım dönüyor diyen bir çocuğun, yalan söylediğini ve ilgi çekmek istediğini düşünürdüm. Sonradan anladım ki baş dönmesi, başın fiili olarak dönmesi şeklinde gerçekleşen bir şey değilmiş. Ancak hala o çocukların başlarının dönmediğini düşünüyorum. O yaşta baş mı döner! Neyse.

Can sıkıntısı olayına ise hala bir anlam verebilmiş değilim açıkçası. İnsanın canının sıkılması için, düşünme, sevme ve inanma hususlarından en azından birinde boşluğa düşmesi gerek bana göre. Gerçi bir anlam vermiş gibi görünüyorum böyle yazdığıma göre. Anlatıyorum.

Düşünmek, insan istese de istemese de gerçekleşen bir eylem zaten. Mühim olan ne düşündüğün. Ama tabii “İyi düşün, iyi olsun.” gibi bir klişe ile yola çıkıp hiçbir şey yapmazsan bu düşünceye dair, salt iyi düşünmekle iyi olmaz her ne düşünüyorsan. Telekinezi falan da öyle dillendirildiği gibi kolay iş değil. Yazıyı okuyan ermişleri ve dervişleri istisna tutuyorum.

Sevmek, bana göre hayattaki en güzel eylem. Her şeyi güzel kılan bir özellik taşıyor bu olay. Erkin Koray gibi “sevinceee” diyor insanın her hücresi. Beynin komutları güzelleşiyor mütemadiyen. Severadım gidiyorsun her yere Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi. Herkesi sevin yahu işte. İşinizin adı ne. Zararı da yok hem. Ama öyle laf olsun diye sevmek olmayacak. Harbi seveceksiniz. Harbi derken de öyle ağır abi havalarında değil. Ne olursa olsun sevmekten bahsediyorum. Anne gibi. Ama çok zor tabii bu. "Sevmek çok zormuş." diyor ya Orhan Gencebay, öyle harbi. Ama yine de, sevince seviliyor. Başaran varsa onları da tebrik eder, başarılarının devamını dilerim.

İnanmak, bütün insan eylemlerinin içerisinde var olması gereken bir şey. Hem o eylemlerin gerekçesi, hem de sonucu. Hem varoluş nedeni, hem de ulaşılacak amaç. Düşünmekten yola çıkarsak, düşünceyi değerli kılan şey, o düşünceye inanıyor olmak. Sevmek noktasında zaten aslolan şey, sevgiye duyulan inanç. Gerçi bakmayın böyle yazdığıma. Zaman zaman inanmadığım düşünceleri, sırf karşı tarafın düşüncesinin temelsiz oluşu nedeniyle savunurum ben. Ama bunun temelinde de inandığım şeyin doğru mu yanlış mı olduğunu anlamak isteği var bana göre. Aynı zamanda karşıdaki insanın daha bi’ düşünmesini, inanıyorsa eğer inandığı şeyi sorgulamasını sağlamayı da hedefliyorum içten içe.

Kısacası; düşünmek, sevmek ve inanmak kabiliyeti hakkıyla mevcutsa bir insanda, can sıkıntısı kendine yer bulamaz o kimsede. Bence tabii.

Bir de tabii, Allah can sağlığı versin. O da mühim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder