fiko

Haftanın Konusu

Yeni konumuz "Hayır, hayır, hayır... Kime söylüyorum ki şarkıyı?'. Bu kez her şey çok basit: ya evet diyeceksiniz, ya hayır...

18 Nisan 2015 Cumartesi

Yolluk


Yıllar ve yollar sonra dönmüş olduğu şehre yeniden alışmak zor olacaktı. Dile kolay, 13 yıldır gezgin gibi yaşıyordu. Kendisine "Ne iş yapıyorsun?" diye sorsanız net bir cevap alamazdınız. Mezun olduğu bölümden ötürü bankada işe girmişti ilk olarak. 3 ay boyunca tanımadığı insanlara kredi vermeye çalıştı, baktı bu işten keyif almıyor, ticarete geçti. İnternetten bir süre kıyafet alım satımı yaptı, tatmin olmadı dükkan açtı; işler yürümedi, battı. Şehir değiştirdi, küçük bir yerde pastane açtı; ama ufak yerde kimsenin pasta ihtiyacı yoktu ki. Daha doğrusu öyle bir lüksün anlamı yoktu, neyi kutlardı ki halk? Baktı olmuyor, kendine yurtdışı planı yaptı. Ailesi ona bakacak kadar zengindi ve ondan bir şey beklemiyorlardı. Mutlu olduğu şey ne ise, onu yapmasını istiyorlardı. Allah var, çocuk da hiçbir zaman zengin piçi olmamıştı. Saçma lüks düşkünlüğü veya gereksiz harcamalardan öte; herhangi bir malın kalitelisini bile aramazdı. Moskova’ya gidip bardakta mısır sattı bir süre, anlamsız geldi. İkinci el pazarına girip, kıyafet alım satımı yaptı, canı sıkıldı. Barın biriyle anlaştı müzik yapmak için, tükettiği alkol parası kazandığını geçince, gündüzleri garsonluk yapmaya başladı. Fakat bu yorucu yaşama çok dayanamadı, bıraktı hepsini. Teyzesinin yanına, Almanya'ya gitti. Eniştesi, aile şirketinde iş verdi ona. Almancası yoktu, gerçi işe gitmesine gerek de yoktu. En büyük şansı -belki de şanssızlığı- buydu, kimse ondan bir şey beklemiyordu, karşılık istemiyordu. Bütün yakınları, onun kendisine iyi bir gelecek çizmesini isterdi elbet; ama o öyle bir çizgi çizmişti ki, kimse onunla bu tür diyaloglara giremiyordu. Hoş, hayatını bir şekilde idame ettiriyor olduğunu görmek de onları bu konuşmadan uzak tutuyordu. Ekstra idealist bir tip değildi, paranın anlamsızlığını savunur konuşmaları yoktu; gezgin hayatını, yaşamak istediği için de seçmemişti, yapmış olduğu hiçbir şeyi "Benim karakterim bu!" mantığında savunmayan, aslında fazlasıyla sıradan bir insandı. Toplum onu marjinal görürdü, o anlam veremez, susardı. Zaten çok konuşan biri de değildi. 13 yıldır uzak olduğu yerde değişen insan pek yoktu aslında. Arkadaşları, ailesi ve hatta esnaf bile aynı yerdeydi, sadece pozisyonları değişmişti. Babası, şehrin sayılı müteahhitlerindendi, annesi de üst düzey bir firmada yönetici. Bakkal Mahmut, artık market sahibiydi. Berber Özcan, Özcan Coiffeur and Beauty Center'ın sahibiydi. Arkadaşlarının birkaçı şehir değiştirmişti ama çoğunluğu yine buradaydı, e tabii pozisyonları da değişmişti. Üniversitede eşofmanlarıyla bıraktığı en yakın arkadaşı Serhat, şu an şehrin en iyi hastanesinde kalp cerrahıydı. Diğerleri de kendi iş alanlarında, bulundukları bölgede isim yapmışlardı. Ülkeye döndüğü ilk günün akşamı, dönüşü şerefine yemek verdi ailesi. Babası zaten demlenmişti hafiften, sofrada rakıdan ilk yudumunu aldı ve sordu: "Murat, anlat bakalım, neler yaptın?" Üstünkörü cevap verdi, çok detaya inmedi, baktığında babasının da çok dinleyesi yoktu. Bu yüzden babası lafa girdi hemen, ülkedeki siyasetçilere küfretti önce, sonra ekonomiden bahsetti, " Doların sonu iyi değil, kriz kapıda; ama merak etme kriz bize yarar, çok yatırım yaptım. Parayla uğraşa uğraşa yönetmeyi öğrendim, çok yol katettim." dedi. Kafa sallamakla yetindi, merak etmiyordu. Annesi girdi araya, "Aman rahat bırak çocuğu, anlat bakayım oğlum, teyzenler nasıl, Almanya'yı beğendin mi?" Lokmasını bitirip, "İyiler, Almanya da güzel." dedi. Annesi, cümlenin bittiği anda sazı aldı tekrar, gittiği spor salonunu anlattı, pilatesin faydalarından bahsetti; daha sonra holdinge kazandırdığı ivmeyi anlattı, "Çok doğru adımlar attım, şirkete çok kazandırdım, benden vazgeçemeyecek konumdalar artık, benim de geçebileceğim daha iyi bir pozisyon yok, burada devam ederim, bu kadar yükselmişim, riske girmeye değmez ki." dedi. "Sevindim." dedi çocuk. Dönüşü şerefine verilen yemek, ailesinin olanı biteni anlatmasından ve televizyonda siyaset programı izlemekten ibaretti. Arkadaşları aradı görüşmek için, kabul edip çıktı evden. Gittiği barda 13 sene önce çalışan çocuk, oranın işletmecisi olmuştu. Hatırladılar birbirlerini, çocuk hemen bir bira ısmarladı, hal hatır sordu, "Yurtdışı nasıl abi?" dedi. "İyi, fena değil." diye yanıtladı. "Fena değil olur mu abi ya, imkanım olsa bir saniye durmam burada, bizim arkadaş gitti, barmenlik yapıyor Hollanda'da, eline geçen para ayda 9 bin lirayı buluyormuş, benim burada imanımı sikiyorlar, üç kuruşa talim yaşıyorum, neyse abi çok yoğun burası, ben yine uğrarım." dedi, gitti. Tepki vermedi hiç, birasını içmeye devam etti. Arkadaşları geldi, masada 5 kişilerdi, Geçen 13 yıl samimiyetten çok bir şey götürmemişti. Birkaç laga lugadan sonra, dertleşmeye başladılar, ya da o öyle zannetti.

-Anlat hadi lan, kaç yıldır görmüyoruz, bahset bize biraz oralardan.
+Valla, anlatacak şey çok aslında, ilk Moskova'dan başlayayım.

Dediği anda biri lafa girdi:

-Oğlum oradaki karılar çok iyi ya, kapağı bir atsam geri dönmem, paso pomfiz. Ben mesela burada bin tane manita yaptım, oraya gitsem 10 bin tane yaparım, her birini de onluk sayarım, o kadar güzeller.

Der demez başka biri susturdu:

 -Lan bir dur, adam anlatıyor, ee aga ne iş yaptın orada?
+Baktığında epey şey yaptım, mısır sattım, ikinci el pazarında al sata girdim, müzik yaptım.
-Abi orada müzik olayı çok iyi, insanlar anlıyor müzikten, burası gibi değil, burada hep cıstak cıstak. Ben de burada bir gruba vokal olarak girdim de, insanlar anlamıyor oğlum müzikten, saçma sapan istekler yapıyorlar.

Öbürü böldü lafı:

 -Lan sanki burada çok dinliyorsun iyi müziği, her hafta cıstak barlardasın, hem rakıyı neyle iççen lan, yabancı müzikle mi?

Zehri salmıştı ortaya, müzik tartışması başlamıştı. Doktor Serhat fark etti olayı:

-Nasılsın, keyfin yerinde mi, mutlu musun döndüğüne?
+Daha yeni geldim, biraz zaman geçsin anlarız.

Güldü doktor, üstelemedi, daha doğrusu üsteleyesi gelmedi, kendinden çok bahsedesi vardı, diğer herkes gibi.

-Çok yol katettim Murat.Tırnaklarımla kazıyarak bu yolları aştım. Gençliğimi heba ettim, sen aylak aylak takılırken ben dirsek çürüttüm burada. 10 yıl eğitim aldım, dile kolay. Ee, karşılığı olmak zorunda, oluyor da. İkinci evimi aldım, altımda son model araba var, nereden baksan ayda 30 bin cebime giriyor. Ama her kuruşunu hak ettim.
Sadece baktı Murat, diyemedi bir şey. Bunların anlamı olup olmadığını sorgulayacak altyapısı vardı da; sorgulamanın bir kere ne anlamı vardı? 13 yıl önce eşofmanlarıyla takılan, tavuk döner yeyip mutlu olan herifin, şu an sahip olduklarını anlatmaktan mutlu olmasının sebebini sorgulamanın hiçbir anlamı yoktu.

“Güle güle harca, umarım daha çok kazanırsın.” dedi.

Geçen 13 yılda elbet o da çok değişmişti; fakat tanıdığı tüm insanların kendi hayatlarını üstün görme ve başarılarını gösterme çabalarına şaşmıştı. Herkes, en başından beri nasıl bir yol çizdiğini, nasıl o yolda ilerlediğini, nasıl o yolu başarıyla tamamladığını ve hatta o yolun ne kadar doğru olduğunu ispatlama yarışındaydı. Karşısındakini asla dinlemeyen, ucundan dinlese dahi yanlış bulan; ama her daim doğru yolu bilen insan güruhuyla birlikte yaşamak zorundaydı artık.

Serhat karşısında sürekli konuşuyor, sürekli kendisinden bahsediyordu. En son takıldığı manitanın ilik gibi olduğunu ve onu nasıl şutladığını anlatıyordu. Boş gözlerle bakıp, ara sıra kafasını sallıyordu Murat. Bazen de masadaki diğer elemanların “Ooooo kardeşimiz geldi, vurun bardakları.” bağırışlarına tebessüm edip, kadeh kaldırıyordu. Tahmini 3 saat sonunda Serhat kendini anlatmayı bırakmıştı, aslında o esnada kendisiyle ilgili anlatabileceği başka bir konu aklına gelmiyordu. Kafalar da kıyak olunca hafiften, hatırlamakta güçlük çekiyordu. Durdu, baktı, “Lan sen yaşadın ha gençliği, ben sürekli okudum, en güzelini sen yaptın valla. Her yeri gezdin, kim bilir ne ortamlara girdin, kim bilir ne yerler gezdin, kim bilir ne karılarla takıldın… Elimde olsa, geçmişe dönüp, ben de o şekilde yaşamak isterdim.” dedi. Murat, “Daha hiçbirini anlatmadım ki, nereden biliyorsun öyle bir hayat yaşadığımı?” demek istedi, diyemedi. “Az önce kendi hayatının mükemmelliğinden bahsediyordun. Emeklerinle bu günlere geldiğini, içinde bulunduğun lüksün her damlasını hak ettiğini söylüyor, beni de aylak aylak takılmakla suçluyordun. Nesi çekici geldi ki bunun?” demek istedi, diyemedi. Güldü yine. Son kadehler içilmiş, ertesi gün iş olduğu için insanlar eve gidip uyumak zorundaydı. Murat biraz daha takılacağını söyledi, arkadaşları “Budur ya, özgürlük abi!” dediler. Güldü… Masadan kalktı, bar tezgahının yanındaki tabureye geçti, etrafına baktı. Masalarda, kendi yolunun doğruluğunu karşısındakine daha tam olarak anlatamamış insanlara baktı, aceleleri var gibiydi, malum yarın iş var. Barın arkasında duran barmene döndü:


“ Birader, yolluk versene bir tane, doğru olanından.” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder