fiko

Haftanın Konusu

Yeni konumuz "Hayır, hayır, hayır... Kime söylüyorum ki şarkıyı?'. Bu kez her şey çok basit: ya evet diyeceksiniz, ya hayır...

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Ölü Deniz



Herhangi bir dilde, bu denli anlam karşılığı bulabilecek bir söz yoktur, Deniz kadar. Duyulduğu andan ve beyne girdiği ilk 3 saniyeden itibaren, her insanın kafasında en az 10 imge belirir. Kiminin aklına Çeşme’de sahil gelir, kiminin aklına İstanbul’da boğaz; kiminin aklına dev dalgalar gelir, kiminin aklına tekne tutması; kiminin aklına dalga sesleri eşliğinde rakı içmek gelir, kiminin aklına manzaraya karşı sigara tüttürmek. Ama herkesin aklına mutlaka O gelir.

Deniz de, O’ndan ötürü bu isme sahipti, diğer binlercesi gibi. 86 doğumlu bir kız çocuğu. Aydınlı bir ailenin 2 çocuğundan biri. Babası ve annesi, o dönem işkence yaşayanlardan değil; ama Deniz’e sempati duyanlardan. Baba kimyager, anne ev hanımı. Baba tarafı CHP, anne tarafı DP kökenli. Evlendikten sonra, annesi de babası gibi düşünmeye başlamış. Fanatiklik derecesinde parti tutma olayı olmasa da evde, aidiyet hep sabit olmuş.  80 öncesi ve sonrası dönemin getirdiği korku sebebiyle siyasetin çok konuşulmadığı bir hane olsalar da, içlerinden geçen tepkinin bir yansımasıydı kızlarının adının Deniz olması.

Deniz ilk kez 4 yaşındayken girdi denize. Çok severdi Deniz denizi, kolluklarını takıp yüzmeyi, kumdan kale yapmayı çok severdi. Okula başladı, sınıfında onun gibi 3 tane daha Deniz vardı. Okulu pek sevmezdi, dersleri iyi değildi; ama Deniz adını bu yüzden de çok severdi. Deniz sen cevapla dendiğinde, piyango çoğunlukla diğer üçünden birine vururdu. Ortaokulda Deniz Seki’den ötürü de ismini çok sevdi. Onun kadar güzel değildi belki ama Deniz adında güzel bir ünlü olması onu mutlu ediyordu. Lisede ilk defa bir erkeği sevdiğinde ismini sevmemişti Deniz. Okulun yakışıklılarından, ülkücü takılan bir çocuğa gönlünü kaptıran Deniz, sırf ismi yüzünden onunla konuşamıyordu. Konuşmaya çalışıyordu; ancak çocuk onunla asla konuşmuyordu. Öyle ya, ismi Deniz olan bir kız ancak komünist, şerefsiz bir aileden gelebilirdi. Terörist kafalı, vatan haini bir kızla ne işi olurdu o çocuğun?

İlk o zaman merak etti adının anlamını. Sordu annesine; ama pek idrak edemedi neyin ne olduğunu. Araştırma gereksinimi de duymadı, nasıl olsa ismini değiştirmeyecekti. Araştıracak hali de yoktu üzüntüden, ilk aşkını yaşayamadan, ilk aşk acısını yaşamıştı bile.

Pek parlak olmayan öğrencilik hayatını değiştirmeye karar verdi. Böylece hem aşk acısını unutabilirdi, hem de başarılı olursa, hayalini kurduğu İstanbul’da üniversite okuma imkanına ulaşabilirdi. Yaptı da… Derece yapmamış olsa da, İstanbul’da pek çok üniversiteye girecek puan almıştı. Babası da annesi de çok istemiyordu gitmesini. Hem kızlarını o kadar uzağa göndermek istemiyorlardı, hem de maddi yükün altından kalkabileceklerinden emin değillerdi. Ancak kızlarının bu başarısının tek sebebinin, İstanbul hayali olduğundan eminlerdi.

Çekti Deniz’i karşısına, ne kadar yardımcı olabileceğini anlattı. Deniz’in büyük beklentisi yoktu zaten. Kalacak yeri ayarlansın, gerekirse yarı zamanlı iş bulup geçinebileceğini söyledi. Ailesi böyle bir şeyin olmasını istemese de; kızlarının bu denli cesaretli ve özgüvenli olduğunu gördükçe mutlu oluyordu. Böyle bir kız yetiştirmiş olmaktan gurur duyuyorlardı.

Gitti Deniz, İstanbul’a. Psikoloji bölümünde okuyacaktı. İlk sene ortama adapte olmaya çalıştı. Yeri geldi İstiklal’de broşür dağıttı, yeri geldi kafelerde garsonluk yaptı. Lisede araştırmaya üşendiği Deniz Gezmiş’i, üniversitede okuyarak öğrenmeye çalıştı. Arkadaş çevresi oluşturdu, ailelerin korktuğu arkadaş çevresi olan solculardan. Olgunlaştı, lisede ilk aşık olduğu çocuğu gülümseyerek hatırladı, bir insanı isminden ötürü reddeden kişinin mutlu olması için küçük de olsa dilek tuttu içinden. Sevgilisi oldu, Nedim, solculardan, saçı sakalı birbirine karışmış, pislik içinde, bu nasıl adam diyeceğiniz tiplerden. Siyasalda okuyordu, tipi -o pis algınızda- teröriste benziyordu; ruhu da, en büyük terör olarak gördüğünüz komünizm için atıyordu.

Çok sevdi, çok sevildi. Çok okudular birlikte, şiirler, kitaplar… Çok gezdiler, karış karış, otostopla hep. Çok yürüdüler, bazen vakit geçirmek için; bazen düşüncelerini dile getirmek için eylemlerde. Çok düşündüler, hem ikisinin birlikte kuracağı geleceği; hem herkesin özgür olduğu bir yaşam biçimini. Çok hayal kurdular, çocuklarıyla birlikte yaşayacakları küçük evi; çocuklarıyla birlikte görecekleri güzel günleri.

Özgürlük için, adalet için sadece düşünmenin yetmediğini gördüler. Aktif birer eylemciydiler artık. O küçücük beyinlerinde hiçbir şeyi tartmayıp, duyduğuna bağnazca inanan kitle tarafından, “Yürüyerek, slogan atarak, neyi değiştireceksiniz?” sorusuyla muhatap oldular muntazaman. O kitleye cevapları “Siz yürümeyin, biz yürürüz; siz bağırmayın, biz bağırırız; biz düşünürüz, siz de düşünün.” oldu.

Tek saflıkları, “Yaa, bıraksana yaa, çoluk çocuk bunlar, oyun sanıyorlar siyaseti, devleti. Gençlik heyecanı bunların, akıllarına giriyorlar akıllarına.” , “Bunlar terörist, başka bir şey değil, okumaya giderler, anarşist, terörist olurlar, ailelerine yazık bunların.” diyen kitlelerden, düşünmelerini beklemekti. Düşünmediler zira. Kolluk güçlerinin, sadece yürüyüp, slogan atan kitleye uyarısızca attığı gaz bombalarından, tazyikli sudan keyif alan; “ Bak bak, şu çocuğa şimdi suyla nasıl takla attıracak, keh keh keh.” diyen bir güruhtan böylesini beklemek saçmalıktı zaten.

Yine böyle bir eylem günü, yine sorgusuz sualsiz atılan gaz fişeklerinden biri Nedim’in başına isabet etti. El ele yürüyüp, slogan atarlarken, Nedim bir anda yere yığıldı. Saniyelerin ne denli uzun olduğunu o an anladı Deniz. Nedim’in kafasından kanlar süzülürken, Deniz’in kafasından kurdukları hayaller, geçirdikleri anlar yavaş yavaş geçiyordu. Dili düğümlendi, konuşamadı, bağıramadı. Kalabalıkta kimisi gazdan kaçmaya çalışıyor, kimisi de Nedim’i o ortamdan taşıyıp uzaklaştırmaya uğraşıyordu. Akşam haberlerde, bir eylemcinin yaralanarak hastaneye kaldırıldığı söylendiğinde, Nedim’i tanıyanlar dışında koca ülkede, bir hanede gözyaşı dökülmedi. Bir hanede güzel söz söylenmedi. Ülkenin, bu habere ortak yorumu “İyi olmuş şerefsize, ne işi varmış orada?” oldu.

10 gün komada kaldı Nedim. 10 günün sonunda yaşama veda etti. Haberlerde 10 gün önce yaralanan eylemcinin hayatını kaybettiği bilgisi, 1 dakikalığına yayınlandı. Ülkenin yorumu yine değişmedi. Daha olumlu karşılandı hatta. Çoğunluğu kana susamış ülkenin nispi vicdanlıları (!) “ Yav tamam, şimdi yazık olmuş çocuğa da, bunların aklına giriyorlar, beynini yıkıyorlar, bunlar da ziyan oluyor o şerefsizler yüzünden. Devlete karşıysan, sonun budur kardeşim.” yorumuyla, aslında vicdanlı insanlar olduklarını kanıtladılar. Özgürlük, adalet, hak kavramlarını düşünerek ve ulaşmaya çabalayarak koca bir hayatı geçiren insanlara, hayatında çakallık yapmak dışında tek bir olguyu düşünmemiş insanlar “beyni yıkanmış” diyordu. Bu coğrafyanın da kaderi buydu.

Deniz’in ailesi İstanbul’a gelip, Aydın’a geri götürdü Deniz’i. Okumadı Deniz, okuyamadı. Nedim’in kafasına gaz kapsülü isabet ettiği andan itibaren, ağlamaktan kurudu Deniz, kalmadı içinde bir damla yaş. Soldu Deniz, bugüne kadar açan tüm güllerden beter soldu. Öldü Deniz; Nedim gibi, Deniz gibi ve diğer tüm devrimciler gibi değil; her gün kanayarak, içinden can koparak öldü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder