fiko

Haftanın Konusu

Yeni konumuz "Hayır, hayır, hayır... Kime söylüyorum ki şarkıyı?'. Bu kez her şey çok basit: ya evet diyeceksiniz, ya hayır...

2 Kasım 2015 Pazartesi

En Büyük Seçim

Ben bu seçim olayına kafayı taktım oldum olası. İnsanların yaptıkları seçimleri kastediyorum. Hatta bencil bir varlık olarak, insanları da geçtim, kendi yaptığım seçimlere daha çok odaklandığımı (dileyenler için gülücük gönderebilirim) söyleyebilirim. Gerçi başkalarının seçimlerinden çok kendi seçimlerime yoğunlaşmam, bencillikten ziyade, kendimi anlamadan başkalarını, başka şeyleri anlayamayacağımı düşünmekten kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Yaptığım seçimlerin ve bu seçimlere yönelik kendi içimdeki çözümlemelerin, kendimi tanımak ve anlamak noktasında başat bir rol oynadığı kanaatindeyim. Başat kelimesini cümle içinde kullandığıma göre, artık ciddi konuşmaya başlayabiliriz. Öhm! 

Ortaokulun son dönemlerindeydim. Hemen hemen her gün, o gün yaptığım şeyleri baştan sona düşünüp yazmaya başlamıştım. Yaşımdan dolayı, günlük yazar gibi bir durum vardı ortada. Ancak sonra olay hikayesini bırakıp, durum hikayesine büründü yazdıklarım. Giderek gün içerisinde etkilendiğim ya da değerli bulduğum bir şey üzerinde yazmaya başladım. Bu şey, bir olay ve o olayın bende bıraktığı etki de oldu, ortada hiçbir olay yokken bende oluşan düşünceler ya da hisler de oldu. O yüzden yazdıklarıma, günlük değil, şeylik demiştim.

Bir sonraki aşamada yazdıklarım, ki artık lise son sınıftaydım, düşünce veya his yazısı olmaktan da çıkıp, o düşünce veya hissin neden oluştuğuna yönelik olmaya başlamıştı. “Neden böyle düşünüyorum / hissediyorum, ya aslında şu nedenle öyle düşündüm / hissettim gibi görünüyor ama o nedeni benim için önemli kılan neden ne, benim için önemli dediğim şeylerin önemli olma nedeni ne…” gibi soruları kendimi köşeye sıkıştırmayı başarmıştım. Davranış olarak kendimi kandırabilsem de, düşünce dünyasında artık kandıramıyordum. İçimdeki gerçekliğe ulaşmak için, onu anlayabilmek için çok acımasız oluyordum kendime karşı. İnanmıyordum asla, güvenmiyordum. Başka bir nedeni olmalı diyordum. Bir neden bulunca, sadece bu olmamalı diyordum. Geceleri uyumadan önce benliğimi eziyordum öyle zamanlarda. Hakaretler yağdırıyordum kendime. Ancak o en dipteki şeyi bulunca huzurlu olabiliyordum. O şeye ulaştıktan sonra,  artık en kötü şeyi de hissetsem, en yanlış şeyi de düşünsem, onları hissetmemiş ya da düşünmemiş gibi davranma sahtekarlığına kaçmamam gerektiği sonucuna vardım.

Bu süreç epey zorlu ve yıpratıcı oluyordu benim için. Her davranışım, her düşüncem, her hissim tam bir gerçeklik taşımalıydı. Sahteliğe yer olmamalıydı. Platon’un öğretilerine, onu neredeyse hiç tanımadan ulaşırcasına, düşündüğüm ve hissettiğim gerçekliği asla davranışlarıma ve dış dünyaya aktaramayacağımı düşünmeye başlamıştım. Platon, gerçekliğin sadece idealar dünyasında var olduğunu söylüyordu. Onu ifade etmeye çalışılan her an, aslında gerçekliğin tahrif edilmesine neden olduğunu söylüyordu. Hatta bu yüzden, edebi ve sanatsal eserlerin, her ne kadar gerçeği anlatmak ya da gerçeğe ulaşmak gayeleri olsa da, gerçeğe en büyük zararı verdiğini söylüyordu. Ancak ben henüz Platon ile ilgili bir bilgim olmadan, kendi gerçekliğimi dış dünyaya yansıtmanın bir yolunu bulmuştum. Hayattaki bitirme tezim diye düşündüğüm kendimce bir çözümleme ile; ancak özgür, cesur ve net olarak kendi gerçekliğimi sunabileceğimi düşünmeye başladım. Çünkü bu üç özellikten herhangi birinin eksik olması halinde, diğerleri de var olamıyordu. Bir başka deyişle, herhangi birinin tam olarak var olabilmesi için, üçünün de bir arada var olabilmesi gerekiyordu. 

Hayatımdaki ufak ve sıradan görünen seçimlerden yola çıkarak, onları olabildiğince derinlemesine inceleyerek ve irdeleyerek yaptığım en büyük seçim bu oldu benim. Her koşulda kendimi aramayı, içimdeki o şeyi bulmayı, sonra bütün bunları çözümlemeyi, daha sonra bütün aşamalarıyla birlikte bunu yansıtmayı, ancak bunu başarabilmek mümkün olmadığı için en azından yansıtmaya çalışmayı, bundan aldığım heyecanını yaşamayı seçtim. Gerçeği aramayı seçtim. Ulaşamayacağımı bilsem de, her an ulaşacakmışım gibi bir tutku ve inançla aramayı…

Öyle işte…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder