fiko

Haftanın Konusu

Yeni konumuz "Hayır, hayır, hayır... Kime söylüyorum ki şarkıyı?'. Bu kez her şey çok basit: ya evet diyeceksiniz, ya hayır...

25 Temmuz 2016 Pazartesi

Burası TRT Radyoları




Darbe nedir?

Hayatımda, ilk darbeyi ne zaman aldığımı hatırlamıyorum. Sonraki yaşantımızda sürekli olarak darbeye maruz kalacağımızı bildiğimden ya da tahmin ettiğimden herhalde, ilkinin önemli olacağını beynime hiç söylememişim. Ama beynimdeki tüm bu kalabalığa rağmen, yine de, hayatın farklı kulvarlarında iz bırakan darbeleri ve darbe girişimlerini gözümün önüne çok hızlı bir şekilde getirebiliyorum.

Mahalle takımının defansında oynuyorum. Sol ayaklıyım, Carlos’u örnek alıyorum ve korku nedir bilmiyorum. Biraz pislik bir tarzım var. Sürekli koşan bir tipim. Tekmeye kafa sokmalar, rakibe diz atmalar, dirsekler… Hayatta her şeyin bir karşılığı var tabii. Bunun için fizik okumaya gerek yok. Yenerken yenilmenin ne demek olduğunu bileğime yediğim darbeden sonra daha net anladım. Takım kazanmıştı ama beni kaybetmişti. Uzun süre yürüyemedim. Benden sonra da neredeyse maç kazanamadılar. Hala daha ters hareket yaptığımda sızlar durur. İnsanlardan aldığım darbeler arasında iz bırakanlardan birisidir bu anım.

Bir sürü yakın arkadaşım vardı ama bir tanesi daha yakındı. Cebimizdekilerin ve elimizdekilerin kimde olduğu fark etmezdi. Hepsi birbirine karışmıştı ve gayet rahat şekilde iki insan gücünde tek hayat yaşıyor gibiydik. Arkadaşlığın ve sevginin de amacının bu olduğunu düşünürdüm zaten. Geçen yıllarla birlikte açılan tek şey, sadece yeni kafeler olmadı. Gözler, kafalar, bu iki namussuzla birlikte aralar da açılıyordu. Yalan başladı, para hesabı başladı, arkadan iş başladı. Hepsi olurdu ama benim platonik olarak aşık olduğum, gıyabında günlerce senle dertleştiğim kızı öpmek niyeydi ulan? Hep derlerdi ama anlamazdım, darbenin en yıkıcısı, psikolojik olandı. Yoksa bilekmiş, acıymış, ağrıymış hikaye…

Derde ve sıkıntıya olan bağımlılığımızdan mıdır nedir, rastlamadığımız her darbeye karşı olan merak, beni siyaset okumaya itti. Söylenildiği gibi, merak etmenin çok da iyi bir şey olduğunu düşünmüyorum artık. Sınıfını tam hatırlamıyorum ama; hocaların anlattıklarını, Can Dündar ile Mehmet Ali Birand’ın seslendirmesini, Kenan Evren’in gücü eline almak için o yanıp tutuşan halini ve Erick Jan Zürcher’in kitabını gayet net hatırlıyorum.  Sürekli olarak gözümü kapatır, izlediğimiz kayıtlar dışında o günlerin nasıl olduğunu tahayyül etmeye çalışırdım. Aklıma ilk olarak, evinde, cam seviyesinin altına eğilmiş, meraklı gözlerle dışarıda olup biteni anlamaya çalışan insanlar gelirdi. Sonrasında, yolda istiflenen askeri araçlar arasında mahallenin açık herhangi bir yerinde sigara ve ekmek için sıra bekleyenler…

Siyaset, siyaset, siyaset… Bir şeyleri farklı şekilde dile getirmenin en kolay yolu. Kisve altına sokmanın en kestirmesi… Darbe değil, devrim bu. Darbe değil, muhtıra bu. Neyse ne… Yok bizi 15 sene geriye götürdü, yok bizi 20 sene geriletti. Sanki bunu hesaplayan bir algoritma var da, konuşuyorlar. Zamanında 10 senede bir periyodik bakım maksadıyla rejime verilen ayarlar, eskisinden daha istikrarlı bir düzen olmamasına rağmen nihayet son bulmuş gibi gözükse de, belirli dönemlerde çağa ayak uydurarak sanal ve yazılı mecrada dişini gösteriyor artık. Futbol oynamıyoruz diye kimse darbe yemiyoruz sanmasın. Eski arkadaşlıkların yerinde de yeller değil, çoktandır sert rüzgarlar esiyor. Ordu kanadından gelmediği için darbe yok mu sanacağız? Yaşıyorsan, her an, her gün bir şeylere maruz kalıyorsun. Hepsinin adı darbe. İsmi ve şiddeti ne olursa olsun… Doğduğun anda başlıyor. Yaşadığımız yerin kuruluşunda var darbe, sonrasında nasıl olmasın ki? İçine işlemiş. Şimdi diyecekler ki sen bir şey görmedin. Daha ne göreceksek…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder