“İçinde
‘yol’ geçen şarkı, türkü söyleyin” desem, ayaküstü onlarca örnek verirsiniz
eminim. Şarkılar türküler gökten zembille inmediği için (zembil: hasırdan
örülmüş saplı torba), yolun ne kadar önemli olduğunu anlayabiliriz bu açıdan. Bulutsuzluk
Özlemi’nin “yolda güneş yükseliyordu
güneye giderken” (gerçi başta Bulutsuzluk Özlemi “yol” yerine “sol” demiş,
ancak onay alamamış, ama sol da olsa bir yoldur mevzubahis bu şarkıda) ve “yine düştük yollara, yine aştık dağları”
gibi… Karadeniz türkülerinin bazıları ise bir nevi yol tarifi işlevi görür; “Ha buradan aşağı ben inemem inemem”, “Çayeli’nden öteye gidelim yali yali”,
“Gemiler Giresun’e”, “Hayde gidelum, dağa Karayemiş’e”…
Bir
umut olarak “haydi düşelim yollara” olayı da var tabii. “Ekmeğin üstünü dikenler sardı, durmak olmaz gayrı düşek yollara”
hali yani…
Yollar
hem kahve fallarında söylenen, bu söyleyişte hiçbir anlam ifade etmeyen bir
metafordur belki. Çünkü mutlaka yol vardır. İlla ki yol vardır. “İki yol var demiştin hangisini seçeyim”
gibi ikilemlerde kalmışızdır hatta bazen, “birdenbire
boşalan yolların ortasında kaldığımız” da olmuştur.
Siyasi
marşlara da konu edilmiştir yol haliyle. “Yolumuz
devrim yolu gelin kardaşlar gelin” şeklinde devrimciler yola koyulmaya
davet edilmiştir. Hatta oluşumlarda direkt “yol” adı kullanıldığı da olmuştur,
Dev-Yol gibi. Buna karşılık Kenan Çarboğa, şiirinde “Bu avaz küfre, küffara / Hak yol İslam, tek yol İslam / İlandır şirke,
inkara / Hak yol İslam, tek yol İslam” demiştir.
İlişkilerde
de kullanılmıştır yol, ayrılık için “yollarımız
burada ayrılıyor”; aşkı bir türlü bulamıyorsak “yollarda bulurum seni” denilmiştir.
Herhangi
bir amaçla yola çıkarken tabii, her şeyin kusursuz olması istenir. En önemli
engellerden biri doğadır herhalde. Barış Manço bundan muzdarip olmuştur ki (word
“muzdarip” kelimesinin altını kırmızıyla çizmiş, muzdarip lan işte, hiç mi
duymadın [şimdi de “lan” kelimesini yeşille çizdi, “argo veya kaba sözcük”
diyor; “word akıllı olsun akıllı”]), “dağlar
dağlar, kurban olam yol ver geçem” demiştir…
Farkındaysanız
yol hep kullanılmış; ama Barış Manço’nun ettiği gibi, doğaya da bir sitem var.
Yani engel hep doğa olmuş yol önünde. Kayahan Abimiz de, “yollar benim umudumdur yoları kapatmayın, yağmayın yollarıma, durun
kar taneleri” demiş zaten (ve her zamanki gibi Nilüfer seslendirmiş). Neşet
Ertaş üzüntüsünü, “karlı dağlar geçit vermez olunca, varılmaz
o yare, yollar bağlanır” şeklinde dile getirmiş.
Soğuk
hava koşulları sadece sevilen kişiyi görmeye engel oluşturmamış, gözü dönmüş
Hitler Amcamız, bu vesileyle özellikle Stalingrad’da ağır bir mağlubiyete uğrayarak
Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’nı kaybetmesine sebep olmuş (demek ki “üstün ırk”
bir yere kadar üstün özelliklere sahipmiş, soğuk geçiriyormuş yani).
Sadece
doğa olaylarından ibaret mi peki engeller? 1990’lı yıllardan örnekler verelim…
Gazeteci
Çetin Emeç 1990’da şoförü ile birlikte Suadiye’de evinden çıktığı sırada şoförü
(Sinan Ercan) ile birlikte öldürüldü. Yola çıkamadı.
1993’te
bir pazar sabahı Ankara kar altındayken; yine arabada, yani yolda, C-4 gibi
kaliteli bir bomba da Uğur Mumcu’yu bizden aldı. Yola çıkamadı.
Yola
çıkmak üzere arabayı hazırlamak ve çocukları için ısıtmak üzere yola koyulan,
ama arabasının üstüne silecek ile kaput arasına konulmuş poşete sarılı paketin
patlaması üzerine (varsa) cennet için yola koyulan bir Ahmet Taner Kışlalı
örneği vardı 1999’da. Yola çıkamadı.
O
dönem siyasi yazılar yazan gazetecilerin yola çıkması engellendi; şimdi her şey
siyasileştiği için, insanlar yola çıkamaz hale geldi. Artık şampiyonluk yolunda
dahi ilerlenemiyor.
Ayrıca,
“pardon” demek bedava olduğu için devlet, kendisine kabahat bulmaksızın “olur
böyle vakalar” düsturundan hareketle hayat karartmayı da iyi beceriyor. Sonra
da “Pardon” filmindeki gibi, gardiyanın (Parkan Özturan) İbrahim’e (Ferhan
Şensoy) sorduğu “siz Dev-Yol musunuz?”
sorusunun cevabı da olağan oluyor: “Hayır,
biz bok yoluna gittik”.