fiko

Haftanın Konusu

Yeni konumuz "Hayır, hayır, hayır... Kime söylüyorum ki şarkıyı?'. Bu kez her şey çok basit: ya evet diyeceksiniz, ya hayır...

5 Ekim 2016 Çarşamba

Geçenlerde Yine Yalan Olmuşuz...

"Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak..." 
                                                                                                                Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan

----

16 Mayıs 1988 tarihinde doğmuşum. Gece doğduğum için, babam sabah nüfus müdürlüğüne gittiğinde, dün doğdu demiş. 15 Mayıs 1988 yazmışlar onlar da nüfus cüzdanına doğum tarihini. Sonra büyümüşüm yavaştan. 6 aylıkken falan yürümüşüm. 8 aylıkken de konuşmaya başlamışım. İlkokul çağlarına gelmeden okumaya ve yazmaya falan da başlamışım. Her ne kadar hatırlasam da okuyup yazdığım şeyleri, yine bilinçli olmadığım için –miş’li geçmiş zaman kullanmak istedim. Sonrasında bu yüzden ilkokul birinci sınıfta sadece iki ay kadar okudum. Sınava aldılar. Sınavın ne olduğunu bilmeden hem de. Testin ne olduğunu anlattılar. “Soruyu okuyacaksın, sorulan şeyin cevabı aşağıdaki iki seçenekten hangisinde ise, o seçeneği daire içine alacaksın.” dediler. Hayatım boyunca bütün test sorularında daire içine aldım, sorunun bana göre cevabı olan seçeneği. Hiçbir zaman seçeneğin üzerini çizmedim. Bazı insanlar sol üstten sağ aşağıya doğru bir eğimle çizerlerdi, bazıları da sağ üstten sol aşağıya doğru bir eğimle çizerlerdi. Ben hep daire içine aldım. Farkındaysanız –di’li geçmiş zamanla kullanmaya başladım cümlelerde. O zamanlarda bilinçlendiğimi zannediyor olmam ne acı diye düşündüm şimdi de. Şu an bilinçli olduğumu düşünerek daha da acı bir durum içerisinde olduğumun da farkındayım bir taraftan. Neyse. Sınavda bir soruyu yanlış cevaplamışım. Evden çıkan kişiye Allahaısmarladık denirmiş. Ben bu lafın böyle yazıldığını bilmiyordum. Yaşadığım yerde “allığısmalladık” derlerdi çünkü hep. Güle güle’yi işaretlemişim. Üçüncü sınıfa alabiliriz demişler öğretmenler. Daha çocuk 6 yaşında, ezilir demiş bizimkiler de. İkinci sınıftan devam etmişim o yüzden. Bu yüzden fiş defterim olmadı benim. Okuma bayramım da olmadı. Kurdelem de olmadı. Ama ilerleyen sınıflarda defterdeki yıldızları yarıştırdım. Matematik sorusunu en hızlı ve doğru çözen kişiler alırdı o yıldızı. Okuma yarışmaları da oldu. Müzikle olan alaka ve kimilerine göre yetenekten, konserler, televizyon programları falan yaptım. Satranç turnuvalarında ilçede ikincilik, ilde üçüncülük kazandım. Kompozisyon yarışmasında ilde ikinci oldum. Gerçi bunu pek hak ettiğimi söyleyemem. Annem edebiyat öğretmeniydi çünkü, epey katkısı olmuştu kompozisyonda. Hatta bence ben yazmamıştım bile. O yok sen yazdın dese de... Futbol kulüplerinde oynadım bir taraftan. Bisiklet turunda da sekizinci mi ne olmuştum ilde. Ama bronz madalya vermişlerdi. Sanırım katılım madalyası gibi bir şeydi esasen. Ama herkese de vermemişlerdi. Süre sınırı mı koydular nedir bilmiyorum. Anadolu lisesini kazandım sonra. Tam hesapladığım sayıda netim vardı. O ara aşık oldum. Lisedeki birkaç öğretmen dışında, kendi alanlarında öğrencilerden daha iyi olan öğretmen yoktu. . Lise bitti. Sonra üniversiteyi kazandım. ÖSS’de de tam hesapladığım sayıda netim vardı. Hukuk okudum, bir özel üniversitede. Ama burslu demedim hiç. Ama bursluydum. Böyle çelişkilere bayılırım. O zaman da aşık olur gibi oldum. Ama olmadım. Diyorum ya, bayılırım çelişkilere. Çok şey öğrendim üniversite döneminde. Çok sevdim hukuku. Sistemi severdim. Sisteme dahil olmayı hiç sevmezdim. Hala da öyle. Yüksek lisans programına girdim. Avukatlık stajını tamamladım. O ara yine bi’ aşık oldum. Boş zamanlarımda aşık olmayı severim çünkü. Sonra üniversitede asistan oldum. İnsanlar tanıdım. İnsan olmayan. O zamanlara kadar hep iyi insanlarla iletişim halindeydim. Etrafımda hiç kötü insan olmamıştı. Hakemli dergide editörlük ve yazı işleri müdürlüğü yaptım. Bakanlıkların eğitimlerinde eğitmenlik yaptım. Projeler yazdım. Çok faydalı bir dönemdi yine. Öğreniyordum. Üstüne bir de öğretiyordum. En azından bunu yapmaya çalışıyordum. Bu arada boş durmadım, aşık oldum tabii. Yüksek lisans tezimi yazdım, yüksek lisans bitti. Akademisyenliğe küstüm. İğrendim sistemden. İnsanlardan iğrendim. Doktoraya girdim sonra. Kötü insanlar üniversiteden kovdular beni. Tazminat aldım. Dava açsam daha da fazla tazminat alırdım. Açmadım. Müzik korolarında yer aldım. Avukatlık yaptım bir taraftan. Hala da yapıyorum. Ömür boyu yaşamak istediğim şehire yeniden dönmüşken, ayrılmak durumunda kaldım. Bağlama çalıyorum arada. Patronluk taslıyorum bir yandan da milyon dolarlık bir şirkette. Kitap okuyorum falan. Halı saha maçları, konserler falan da oluyor. Öyle gidiyor işte. Hayatımız yalan amk. Gelmiş okuyorsunuz bi' de.. 

----

"Yorumlar, nedenler önemsizdi; kesin değildi. Önemli olan insanın edimleriydi. Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için. Ölüm."
                                                                                                                Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan

----

Okuduğunuza değsin bari. Buyurun:


En Hakiki Gerçekti Yalan

İlk yalanı günahsız olan attı. Annem, beni leyleklerin getirdiğini söyledi. Leylekleri biraz daha izlesem memur değil, ornitolog olacaktım. Sonraları leyleklerin sarmaş dolaş hallerini gördüm. Çok geçmeden de gerçeği anladım. Aslında annem, farkında olmadan, beni gerçeği anlamama sevk etmişti.

Henüz dört yaşındaydım ki, beraber oyun oynadığım arkadaşım elimdeki 1 lirayı çok aç olduğunu söyleyerek istedi. Marketten aldıklarını yedikten sonra tok karnına maç yaptık.Yaptığım müdahale sonucu yere düştüğü sırada cebinden 5 lira fırladı. Yıllar oldu, para lafı geçtiğinde hala daha suratıma bakamaz. 

İlk okula başladığımda hayattaki en önemli şeyin okumak ve öğrenmek olduğunu söyledi öğretmenimiz. Öğrenmeye olan alışkanlığım yüzünden az önce Einstein'ın terapistini okudum. Öğrenmeye çok ilgili olanların mutlu olmalarının zor olduğunu söylemiş zamanında. Sonuç olarak, ya öğretmenim ya da terapist fena halde yanılıyor. Yani yalan söylüyor. Yalan atmanın yeni versiyonu yanılmak...

İlerleyen dönemlerde sevgiye dair hislerim kabardı. Gidip beğendim kıza bunu direkt olarak söyledim. Karşılık olarak, 'ben de seni..' dedi. Meğer cümleyi üç nokta halinde bırakması, benim kafamda tamamladığım şekilde değilmiş. Bunu, ertesi gün başkası ile el ele görünce fark edebildim. 

Orta okul yıllarımda hasta olduğum için birtakım dersleri kaçırmış ve dolayısı ile ismini dahi hatırlamadığım bir sınav için yeterli derecede hazırlanamamıştım. Arkadaşımdan çalışma notu istediğimde ise kendisinde de olmadığını söylemişti. O sınavdan 100 aldı, sonrasında da notları parayla sattığı ortaya çıktı. Her şeyin bir fiyatı vardı. Ve alıcısı ile satısıcı...

Lise zamanları Fenerbahçe'nin neredeyse her maçını izliyor, takıma kendimce destek veriyordum. Aziz Yıldırım sürekli olarak şampiyonluk sözü veriyordu. Hem de her sene... İnanıyorduk. Maalesef ki başkanın yaptığı hesap, bugün geldiğimiz noktada pek tutmadı.

Oy verecek yaşa geldiğimde azınlığı düşünen, haksızlığa uğrayanların yanında olacağını söyleyen partiye oy verdim. Meğer onların da samimiyeti oyu alana kadarmış. Vaat ettiklerinin hiçbirini yapmadıkları gibi, vaat ettiklerinin tam tersini yaptılar. 

Üniversiteye girdiğimiz sırada bütün bölümü toplayıp geleceğimizin çok parlak olduğundan bahsettiler. Belli ki bilgili kişilerdi. Şu an o akademisyenlerin birçoğu imzaladıkları bildiri sebebi ile mesleklerini yapamama korkusu yaşıyor. Gelecek sanıldığı gibi pek de parlak değilmiş. Ayrıca, mezun olanların da hayatlarından çok memnun olduğunu söyleyemem.

İş ortamında veya sokakta rastlaşıp 'umarım senin için en iyisi olur' diyen insanların birçoğu gıyabımda yaşantımı hedef alarak türlü söylemlerde bulunuyor. Duyduklarım çoğu zaman hiç hoşuma gitmiyor. Neden böyle yapıyorsunuz dediğimde ise, biz öyle bir şey demedik diyorlar.

Çok da uzak olmayan bir zaman sonra 30 yaşına basacağım. Neredeyse her kesimden her çeşit yalana şahit oldum. Şahit olduklarım yalanın nasıl atılacağı konusunda beni epey bir ustalaştırdı. Bugünlerde, tıpkı diğer insanlar gibi en büyük yalanları hep kendime atıyorum. Etrafa attığım yalanlara rağmen vicdanımı rahatlatıp, kendime, kendimin iyi insan olduğu öğüdünü veriyorum mesela. Büyük bir hünerle yediriyorum. Bir süre sonra yine yalan atıyorum ve bu hesaplaşma yeniden başlıyor. Dikkat ettiyseniz, yalan atıyor olmamı bile bu yaşıma kadar maruz kaldığım yalanlara bağladım. Söylediklerimle karşıdakinin hayatına etki edecek şiddette bir yalan attığımı düşünmüyorum ama, gerçekten öyle mi, bilmiyorum. Ne doğru bilmiyorum. Ne yalan, çok iyi biliyorum. Kendilerine yalan atmayan insanların mutsuzluğunu görüyorum. Mutlu gözükenlerin, hala daha yalan attıklarını kendilerine itiraf edecek güçte olmadığı biliyorum. Dünyanın yalan olduğunu biliyorum. Hayatların da... Fakat gerçekle kurulmuş ilişkilerin ve bu ilişkileri yaşayan insanların hayatlarının yalanlardan en uzakta olduğunu da biliyorum.


Biramı bitirip şişeyi kaldırım kenarına koyuyorum. Hızla koşan çocuğu kolundan tutup, çeviriyorum. Tıpkı, Çavdar Tarlasındaki Çocuklar kitabındaki gibi. Bak evlat diyorum, bana iyi bak. Dinlemene gerek yok, sadece bak: "Yalandan uzak kalma, ama gerçeğin de dibinden ayrılma. Bir şey iyi olmayabilir, ama hiç değilse kötü olmasın".


Kay Yengemiz ve Biz


Dünya sinemasının en iyi filmlerinden The Godfather’ın –ki kitabının bazı bölümlerinde ağlayanlar var, isim vermek istemiyorum- sonu da “en güzel film sonu” olabilir. “Baba Odası”nın kapısının kapanması ile biten sahne öncesi Michael Corleone ile Kay Yengemiz tartışırlar. Michael Corleone bir yalan söyler, mesele kapanır.

Michael Ağabeyimizin yalanı sonrası Kay Yengemizin yüzündeki ifadeyi hatırlıyor musunuz? Hatırlamanıza yardımcı olmanız açısından bu ifadeyi ve Michael Corleone’nin ense tıraşını yazının fotoğrafı seçtik (Belki bu hatırlamanıza yardımcı olur). Kay Yengemizin mutlu, gururlu, huzurlu ve hafif gözü yaşlı o ifadesine sebep olan şey bir yalandır.

Burada tabii Kay Yengemizin iyi niyeti ile sarsılmaz sevgisinin bir payı olduğunu söylemek gerekir. Çünkü çoğu şey nereden baktığına bağlı. İstersen doğru söyle karşındaki önyargı, kötü niyet veya mallık inanmaz; istersen yalan söyle karşındaki iyi niyet ve saflık inanır.

Ancak bazı kesimin özellikle “sözel” mesleklerde yalan dolan seviciliği ayrıdır. Bu da ayrı bir mutlu olma formülüdür herhalde. Siyasetçisini, hukukçusunu, işletmecisini bir düşünelim. “İyi siyasetçi”, “tuttuğunu koparan avukat”, “ünlü işletmeci” olarak nitelendirdiklerimize bir bakalım. “Avukatla toplantı yaptık işimizi çok sıkı takip edecekmiş, kesin çözecekmiş işi, cevval de bir avukat zaten. Yalnız tabii biraz para vermemiz lazım adama” cümlelerinde mevzubahis avukatla görüşen müvekkil adayı mutludur, umutludur.

“Biz kimsenin hakkını yemeyiz, halkı kandırmaz, dolandırmayız. Gök Tanrı şahidimiz olsun ki, dünyanın sonuna kadar sizler için var olacağız ve bundan gurur duyuyoruz” diyen siyasetçiye inanan da Kay Yengemizden aşağı değildir tabii.

Yalan iyidir, hoş ve tok tutar. “Bana biraz yalan söyle bu gece, ihtiyacım var” diyen Fe Ağabeyimizden daha iyi bilme şansımız yok zaten yalan mefhumunu.

Yalan ilişkisinde bir de “söyleyen” şahsa gelelim. Herkes son günlerde söylediği yalanları bir düşünsün. Bir de bu yalanların yerine gerçekleri söylediğini hesap etsin. Nedir durum? Biraz sıkıntı var sanki değil mi?

İnsan ilişkilerinde mesele, doğru yerde doğru kişiye yalan söyleyebilmekte, “yani yürekte”.

Size ünlü Amerikan büyüğü Abraham Lincoln’ün güzel bir sözünü söylemeden geçemem: “Bazı insanları her zaman kandırabilirsiniz, herkesi bazen kandırabilirsiniz ama herkesi her zaman kandıramazsınız”. Kay Yenge de hep kanmadı, “The Godfather II” filminde “yemişim Donunu Corleonesini” dedi bir zaman sonra. İçinden dedi tabii.

Geyiğine yazdık bir şeyler, konu “yalan” oldu.

Dondurmayı Yalan Mı?

Çoğu insanın aksine; kendimi bildim bileli, yalanla başlayan bir hayatım oldu. Devamı da onların aksine gelişti. Olağan şartlarda, temiz bir bebek dünyaya gelir ve toprağa girene kadar lekelenir, bir ömür boyu… Yalan da bu lekelerden sadece bir tanesi; ama ben aklım ermeye başladığında yalan söyleyen biriydim. Lekeyi çok erken bulaştırmıştım üstüme. Yaşım ve çevrem gereği etki yaratacak yalanlar söyleyebilecek potansiyelim yoktu. Söylediğim yalanlar, ya çevrem tarafından zaten saçma bulunup sorgulanmıyordu; ya da gerçekmişçesine bir etki yaratıyor ve sorgulanamıyordu.

Yemediğim yemekler, aldığım notlar, girmediğim dersler, darlayan sevgililer, baskılayan akrabalar, içinde bulunmak istemediğim durumlar… Her şey hakkında yalan atmışımdır. Bunu yapma sebebim de “o anı kurtarmak” olarak nitelendirilebilir. Evet, “Gerçeklerin, bir gün ortaya çıkması gibi kötü huyu vardır.” tarzı aforizmalar yapılıyor da; hayatta olan babaannemi neredeyse tüm öğretmenlerim öldü bilir mesela. Veya ortaya çıkan yalanlarımdan çok, bilinmeyen yalanlarım vardır, benim bile hatırlamadığım. Ve nedense, ortaya çıksa da çıkmasa da, insanların sorguladığı tek bir şey var. “Yalanın içeriği.” Somut örnekte, babaannemin öldüğüne dair yalana getirilen tek eleştiri: “Oha lan, öyle yalan söylenir mi?” Yalanın sadece yalan olduğunu; beyaz, pembe, küçük, büyük gibi kriterlerle sınırlanamayacak bir şey olduğunu sorgulamaya da o dönem başladım.

Bunu sorgularken yalan söylemeye devam ettim, ve hatta hala yalan söylüyorum. Çıkış yolu bulamadığım zamanlarda yalan söylemeye devam ediyorum, ki bence çok da başarılıyım bu konuda. Ama keyif aldığım şey bu değil. Uğradığım bir sıkıntıda veya yaptığım bir hatada; yalan söylemek yerine verdiğim gerçek cevabın beni düşürdüğü durum, şu yaşamda haz aldığım en güzel şeylerden biri. O zor durumdan yalanla kurtulmak mümkünken, gerekirse çatışarak gerçeği söylemek ve derdimi anlatmaya çalışmak; kurabileceğim en başarılı yalandan çok daha kıymetli geliyor. En ötesi, tatmin oluyorum.

Yalanın kötülüğü ve anlamsızlığına dair vaaz verecek veya yorum yapacak ne donanımım var ne de karakterim. Çoğu zaman karşı tarafı kandırmaktan keyif alan da bir insanım, hatta kandırılmaktan da. Şu bulunduğum yaş ve anda, yapmamaya çalışmamın tek sebebi tatmin. Belki bu tatmini yaşamasam, yalan söylemeye ekseriyetle devam edecek biriyim.

Bazen duyulan sözler, insanı teşvik ediyor; veya insanın doğru yaptığını düşündüğü eylemlere dair inancını pekiştiriyor. Benim inancımın en temel taşlarından biri olan bu söz, devamındaki türkü ve oluşturduğu algı da kapanış olsun.


“İnsan, yalan söyleyen bir yaratık. Başka da bir nesne tanımıyorum ben; belki bilen varsa, anlatsın…”