“Arbeit
macht frei”, yani “çalışmak özgürleştirir”. Bu cümlenin toplama kamplarında
kullanıldığını biliyoruz. Meali, “sizi pis yahudiler, çalışın ve özgürleşin”.
Aslında burada bir nevi, “çalışmak Allahınıza kavuşturur” hali mevcut
diyebiliriz. Sonuç itibariyle ironik veya “haydi or’dan” diyebileceğimiz bir
söz tabii ki.
Naziler
konumuz değil, toplama kamplarında amaç özgürleştirmek değil belli ki. Ama
“arbeit macht frei” tam da konumuzla alakalı. Sistemimizde çalışmak para
kazanmak, para kazanmak “özgürleşmek” için. Yani istediğini yapabilesin,
istediğin yere gidebilesin, istediğin yerde yiyip içebilesin, istediğin yerde
evin olabilsin diye.
Özgürlüğün
hafta içi gündüz vakti bira içebilmek olduğunu düşündüğünüzde, iş size bu
özgürlüğü sağlamaz. Hasbelkader içebildiğinizde de “The Shawshank Redemption”
sakinlerinin çatıda bira içmesi gibi hissedersiniz. Yani sadece hissedersiniz.
Tarifsiz bir keyfi olur o ayrı; ama geçicidir, istisnadır. Belki de istisnai
olduğu için keyiflidir.
Çalışmazsanız
gündüz vakti bira içme özgürlüğünüz vardır, kimse size hesap sormaz; gün gelir
bankalar sorar. Hem çalışmayıp, hem parası olanlar en “özgürleridir”. Bunlara
çok rastlanılmaz; ama bu özgürlüklerini çoğu kendileri kazanmamıştır, kaybetme
riski de çoktur. Ama yine de “gücü özgürlüğündedir” (Hatırlatma: Bu slogan
Habertürk’ün. Habertürk’ün gücünü özgürlüğünden aldığı iddiası, Nazi
kamplarında “arbeit macht frei” yazması ile eşdeğer).
Nazım
Hikmet, “Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir
ciddiyetle yaşayacaksın, bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve
ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak.”
demiş; ama işimizin gücümüzün yaşamak değil; işimizin gücümüzün “iş” olduğu
aşikar.
“Büyüyünce
ne olacaksın” ile çocukluğumuz, “bey oğlumuz ne iş yapar” ile gençliğimiz geçer;
sonra “yaş 70 iş bitmiş” olur. Hem de tam anlamıyla hiç olmayan iş…
OECD
verilerine göre haftada en fazla çalışan milletiz, haftada 48,9 saat
çalışıyormuşuz. Dostumuz Almanlar 35,5 saat çalışıyormuş mesela. Hollandalılar
da 30,5 saat çalışıyormuş. Bu bizi Hollandalılardan veya Almanlardan daha çalışkan
bir millet yapmaz herhalde veya onlardan daha üretken olduğumuz söylenemez. Ama
“en çalışkan biziz” ve türevi başlıklar atanlar olur. Onlar hep olur zaten…
Haftada
48,9 saat çalışmanın İş Kanunu’na aykırı olduğunu da notlarımızın arasına serpiştirelim.
O kadar çalışkanız ki, iş için, çalışmak için kanunlara kitaplara karşı
geliyoruz demek ki.
Geyiği
bırakalım. İşe güce hem bireysel, hem toplumsal olarak bu kadar kafayı takıp
işle güçle bu kadar alakası olmayan bir toplum az bulunur. Ne adam gibi
çalışırız, ne de adam gibi çalıştırırız. İşçimizin başına bir şey geldiğinde
de, “bakın çok enteresan” ile başlar “fıtrat” ile bitiririz.
İşimiz,
işverenimiz ve dolayısıyla işçimiz adamakıllı olmadığı gibi, işçi bayramlarımız
da adamakıllı olamıyor haliyle. Zaten layığı ile yaşadığımız ne var ki şurada?
Her konuda “güç” önemli olan. Güçlü olan tanrılaştığı ve şiddet kullandığı için
işçi bayramlarına “umarız kimseye hiçbir şey olmaz” temennileri ile başlıyor;
“hiçbir şey olmadı” veya “şunlar oldu” ile bitiriyoruz günü. Amaçtan saptırmak
derler ya, öyle bir şey. Nasıl ki derbiler öncesi, “umarız sadece futbolun
konuşulduğu bir 90 dakika olsun” dileklerini sunuyoruz. İşçi bayramlarımız da o
şekil…
Peki iş,
işçi, işveren? Oooo… “İşe or’dan konuşmaya başlarsak daha çok lafımız var”…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder