fiko

Haftanın Konusu

Yeni konumuz "Hayır, hayır, hayır... Kime söylüyorum ki şarkıyı?'. Bu kez her şey çok basit: ya evet diyeceksiniz, ya hayır...

2 Nisan 2015 Perşembe

Korkanın Çocuğu Olmaz!


En çok ne(y)den korkarız? Bizden daha güçlü olan, engel olamayacağımızı ya da alt edemeyeceğimizi düşündüğümüz şeylerden mi? Yani bizi korkutan şey, karşımızdaki şeyin elinde bulundurduğu ve bizde olmayan güç mü? Yoksa, bunların bizden alabileceğini düşündüğümüz şeyleri kaybetmekten mi korkuyoruz?

İnsan denen varlık açısından korkmak, ilk akla gelen ve zannedilenin aksine zayıflık halinin değil, bencilliğin ve o aşağılık sahip olma anlayışının bir sonucu bana göre. Hatta daha da ileriye taşıyorum, kapitalizmin bir sonucudur korkmak. Ve hatta komünizmin. “Nasıl yani?” dediğinizi duyar gibiyim. Şaka şaka, duymuyorum... Hem ne o öyle, saçma sapan tanıtım programlarında dikkat çekmek için kullanılan samimiyetsiz söz kalıpları...

Şimdi kardeş, dünya üzerindeki hiçbir şey sana ait değil. Bunu bi’ kabullen önce. Bak, kardeş diyorum, gerginim. Nesneler ya da insanlar üzerinde birçok şekilde hakimiyet kurabilirsin. Onları istediğin şekilde idare edip istediğin gibi kullanabilirsin. Ancak sana ait olduklarını düşündüğün an, ki düşüncen bile sana ait değil emin ol, zaten kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaksın. Hatta şimdiden söyleyeyim, kaybedeceksin.

Bu noktada, konuyu daha iyi anlatabilmek için konuya hafif ara verir gibi yapıp birkaç hukuki kavrama değineceğim. Eşya hukuku diye bir hukuk alanı var. Arapça kökenli bir kelime olan eşya, şey kelimesinin çoğul anlamını ifade ediyor. Eşya hukukunun konusunu ise, taşınır ve taşınmaz diye adlandırılan şeyler oluşturuyor. Bu hukuk alanında en üst noktada mülkiyet kavramı yer alıyor. Nedir mülkiyet? Malik olma, sahip olma. Hukuki olarak ise; kullanma, yararlanma ve dilediği gibi tasarrufta bulunma hakkı tanıyan bir kavram. Mülkiyet ve buna bağlanmış olan mülkiyet hakkı ise, öylesine kutsanmış, öylesine korunması gereken bir kurum olarak karşımıza çıkıyor ki, sormayın. Adamın canını al, mülkiyet hakkına dokunma. Bu arada son cümle ile miras hukukunu özetlemiş olabilirim. Şöyle o da… Kişi ölüyor mesela. Öldüğü an, hakikaten öldüğü an, kişinin bütün malvarlığı mirasçılarına geçiyor. Cenaze ortada kalmış, kişinin ruhu şad olmuş falan umrunda değil. Miras hukukunun tek derdi, mal ortada kalmasın. Hemen birinin mülkiyetine aktaralım. Mülkiyet önemli çünkü. En üstte mülkiyet var. Mülkiyet Allah. Tövbe tövbe... Bir de zilyetlik var. Bak onu severim. Fiili hakimiyet ve elinde bulundurma hallerini ifade eden bir kavram. Evet, bi’ 10 dakika ara verelim. Çay-kahve falan. Sonra devam ederiz derse.

İnsanın ne denli bencil bir varlık olduğunu, lise hazırlıkta yaşadığım 5-10 saniyelik sıradan bir olaydan sonra tamamen içselleştirmiştim. Okul, şehir merkezine nispeten uzak olduğundan, servisle gidip geliyorduk. Bir akşam, servis kırmızı ışıkta dururken, ben de camdan yandaki araca bakıyordum öyle amaçsızca. Her taraf kar, hava buz gibiydi. Yanda duran arabada ön koltukta oturan bir bebek ve direksiyonda annesi olduğunu düşündüğüm bir kadın vardı. Bebek en fazla 2 yaşındaydı. Kadının arabanın içinde sigara içiyor olmasına inanamıştım. Hadi diyelim göremediğim taraftaki cam hafif açık, sigara dumanı arabadan çıkıyor; bu kez de, o soğukta sırf sigara içmek için camı açmasına inanamıştım. Genel olarak inanamıştım yani. “Bunu yapan anne lan!” demiştim. Hani en büyük insani sevgiyi taşıyan varlık. İnsanın, anne de olsa, benmerkezci olma özelliği ile ilgili zaten öncesinde var olan düşünceler, o olayla perçinlenmişti. O zamanlar kendi kendime yazdığım, başta günlük gibi başlayan ama zaman geçtikçe gün, hafta, ay ve diğer zaman birimlerinden bağımsız olarak yazmaya devam ettiğim “Şeylik” adlı bir defterim vardı. Eve gidip anne sevgisindeki bencillikle ilgili şeyler yazmıştım. Hala da aynı şeyi düşünüyorum kendimce.

Bir anne, hayatın herhangi bir alanında başarı gösteren çocuğunun başarılı olmasından ziyade; kendi doğurduğu, yetiştirdiği çocuğun başarı göstermesine seviniyordur. Annenin dahi en saf mutluluğunda, “benim çocuğum” hissi ve “sahip olma” anlayışı ön planda yer alıyordur. Yani bencillik. Tam bu noktada benim söylemek istediğim şey şu… (Aatıf Chahechouhe?) Bana kalırsa, o başarı çocuğa da ait değil. Fiko’yla çok konuştuk bunları. Çok klasikleşen “Güzellik mi zeka mı?” konusundan yola çıkıp taa nerelere vardık. Zeki ama güzel olmayan kızlar, güzel ama kafası çalışmayan kızları aşağılarlar ya hani. Aynı şey erkekler için de geçerli. Kültürlü ama gideri olmayan erkekler ile yakışıklı ama mal olan erkekler falan... Gerçi erkek konusuna girmeye gerek duymuyorum. Parası olan erkek diye bir kategori var. Alayını siler. Piyasadan. Ki Fiko’yla erkekleri de konuşmadık. Burada yazmaya da gerek yok o yüzden. Neyse. Sırf fiziki güzellik ile kendilerine yer edinen kişileri aşağılayarak; zekanın güzellikten, salt zeki insanların salt güzel/yakışıklı insanlardan daha değerli olduklarına dair genel bir kabul vardır. Sanki güzellik genetik olarak geliyor da, zeka öyle gelmiyormuş gibi... Zeka da senin değil yani, onu diyorum. Kimbilir bilmemkaç göbek öncesinden bilmemkimin bir kromozomunu aldın da böyle oldun. Neyi sahipleniyorsun da üstüne bir de üstün olduğunu düşünüyorsun?!

Şimdi gelelim yeniden korkmak meselesine. Diyorum ki; bencillik ve sahip olma anlayışı öylesine işlemiş ki insanın içine, sahip olduklarını yitirmekten korkar insan. İşini kaybetmekten korkar, malını kaybetmekten korkar, parasını kaybetmekten korkar, standartlarını kaybetmekten korkar, oy kaybetmekten korkar, güç kaybetmekten korkar, hayatını kaybetmekten korkar, sevdiklerini kaybetmekten korkar, vatanını kaybetmekten korkar, korkar da korkar... Korktukça taviz verir. Ama taviz verirse de kaybeder. Kaybetmemek için başkasının korkmasını sağlar. Başkası da başkasını... Halbuki sahip olmanın bir kandırmacadan ibaret olduğunu, o bencillikten sıyrılıp aslolanın zilyetlik gibi sadece fiili hakimiyet ve elinde bulundurma olduğunu kabullenebilse hiçbir şeyden korkmayacak. Bugün sende, yarın başkasında o sahip olduğunu zannettiğin şey. Hem böyle olunca, bir şeye sahip olmayacağı için, kaybedecek bir şeyi de olmayacak. Düşünsenize, kimsenin bir şey kaybetmediği bir dünya... (İç ses: Yok öyle bi' dünya!)

Bence yine de bi' deneyin Korkmayın. Bi’ şey kaybetmezsiniz.

Not: Bir gün kitapçıda raflara bakınırken, rastgele bir kitabı elime aldım ve rastgele bir sayfayı açtım. İlk gördüğüm cümle beni çok etkiledi. Epey bi’ üzerinde düşündüm ve söze tamamen hak verdim. Bu haftaki yazı ile birlikte o cümle değerlendirilirse, dünyada neden bu kadar kötü şeyin yaşandığının nedeni de ortaya çıkar belki.

“Korkunun olduğu yerde sevgi olmaz.” / Jiddu Krishnamurti - Bunları Düşün

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder