Yıllar ve yollar sonra dönmüş
olduğu şehre yeniden alışmak zor olacaktı. Dile kolay, 13 yıldır gezgin gibi
yaşıyordu. Kendisine "Ne iş yapıyorsun?" diye sorsanız net bir cevap
alamazdınız. Mezun olduğu bölümden ötürü bankada işe girmişti ilk olarak. 3 ay
boyunca tanımadığı insanlara kredi vermeye çalıştı, baktı bu işten keyif
almıyor, ticarete geçti. İnternetten bir süre kıyafet alım satımı yaptı, tatmin
olmadı dükkan açtı; işler yürümedi, battı. Şehir değiştirdi, küçük bir yerde
pastane açtı; ama ufak yerde kimsenin pasta ihtiyacı yoktu ki. Daha doğrusu
öyle bir lüksün anlamı yoktu, neyi kutlardı ki halk? Baktı olmuyor, kendine
yurtdışı planı yaptı. Ailesi ona bakacak kadar zengindi ve ondan bir şey
beklemiyorlardı. Mutlu olduğu şey ne ise, onu yapmasını istiyorlardı. Allah
var, çocuk da hiçbir zaman zengin piçi olmamıştı. Saçma lüks düşkünlüğü veya
gereksiz harcamalardan öte; herhangi bir malın kalitelisini bile aramazdı. Moskova’ya
gidip bardakta mısır sattı bir süre, anlamsız geldi. İkinci el pazarına girip,
kıyafet alım satımı yaptı, canı sıkıldı. Barın biriyle anlaştı müzik yapmak
için, tükettiği alkol parası kazandığını geçince, gündüzleri garsonluk yapmaya
başladı. Fakat bu yorucu yaşama çok dayanamadı, bıraktı hepsini. Teyzesinin
yanına, Almanya'ya gitti. Eniştesi, aile şirketinde iş verdi ona. Almancası
yoktu, gerçi işe gitmesine gerek de yoktu. En büyük şansı -belki de
şanssızlığı- buydu, kimse ondan bir şey beklemiyordu, karşılık istemiyordu.
Bütün yakınları, onun kendisine iyi bir gelecek çizmesini isterdi elbet; ama o
öyle bir çizgi çizmişti ki, kimse onunla bu tür diyaloglara giremiyordu. Hoş,
hayatını bir şekilde idame ettiriyor olduğunu görmek de onları bu konuşmadan
uzak tutuyordu. Ekstra idealist bir tip değildi, paranın anlamsızlığını savunur
konuşmaları yoktu; gezgin hayatını, yaşamak istediği için de seçmemişti, yapmış
olduğu hiçbir şeyi "Benim karakterim bu!" mantığında savunmayan,
aslında fazlasıyla sıradan bir insandı. Toplum onu marjinal görürdü, o anlam
veremez, susardı. Zaten çok konuşan biri de değildi. 13 yıldır uzak olduğu
yerde değişen insan pek yoktu aslında. Arkadaşları, ailesi ve hatta esnaf bile
aynı yerdeydi, sadece pozisyonları değişmişti. Babası, şehrin sayılı müteahhitlerindendi,
annesi de üst düzey bir firmada yönetici. Bakkal Mahmut, artık market
sahibiydi. Berber Özcan, Özcan Coiffeur and Beauty Center'ın sahibiydi.
Arkadaşlarının birkaçı şehir değiştirmişti ama çoğunluğu yine buradaydı, e
tabii pozisyonları da değişmişti. Üniversitede eşofmanlarıyla bıraktığı en
yakın arkadaşı Serhat, şu an şehrin en iyi hastanesinde kalp cerrahıydı.
Diğerleri de kendi iş alanlarında, bulundukları bölgede isim yapmışlardı.
Ülkeye döndüğü ilk günün akşamı, dönüşü şerefine yemek verdi ailesi. Babası
zaten demlenmişti hafiften, sofrada rakıdan ilk yudumunu aldı ve sordu:
"Murat, anlat bakalım, neler yaptın?" Üstünkörü cevap verdi, çok
detaya inmedi, baktığında babasının da çok dinleyesi yoktu. Bu yüzden babası lafa
girdi hemen, ülkedeki siyasetçilere küfretti önce, sonra ekonomiden bahsetti,
" Doların sonu iyi değil, kriz kapıda; ama merak etme kriz bize yarar, çok
yatırım yaptım. Parayla uğraşa uğraşa yönetmeyi öğrendim, çok yol
katettim." dedi. Kafa sallamakla yetindi, merak etmiyordu. Annesi girdi
araya, "Aman rahat bırak çocuğu, anlat bakayım oğlum, teyzenler nasıl,
Almanya'yı beğendin mi?" Lokmasını bitirip, "İyiler, Almanya da
güzel." dedi. Annesi, cümlenin bittiği anda sazı aldı tekrar, gittiği spor
salonunu anlattı, pilatesin faydalarından bahsetti; daha sonra holdinge
kazandırdığı ivmeyi anlattı, "Çok doğru adımlar attım, şirkete çok
kazandırdım, benden vazgeçemeyecek konumdalar artık, benim de geçebileceğim
daha iyi bir pozisyon yok, burada devam ederim, bu kadar yükselmişim, riske
girmeye değmez ki." dedi. "Sevindim." dedi çocuk. Dönüşü
şerefine verilen yemek, ailesinin olanı biteni anlatmasından ve televizyonda
siyaset programı izlemekten ibaretti. Arkadaşları aradı görüşmek için, kabul
edip çıktı evden. Gittiği barda 13 sene önce çalışan çocuk, oranın işletmecisi
olmuştu. Hatırladılar birbirlerini, çocuk hemen bir bira ısmarladı, hal hatır
sordu, "Yurtdışı nasıl abi?" dedi. "İyi, fena değil." diye
yanıtladı. "Fena değil olur mu abi ya, imkanım olsa bir saniye durmam
burada, bizim arkadaş gitti, barmenlik yapıyor Hollanda'da, eline geçen para
ayda 9 bin lirayı buluyormuş, benim burada imanımı sikiyorlar, üç kuruşa talim
yaşıyorum, neyse abi çok yoğun burası, ben yine uğrarım." dedi, gitti.
Tepki vermedi hiç, birasını içmeye devam etti. Arkadaşları geldi, masada 5
kişilerdi, Geçen 13 yıl samimiyetten çok bir şey götürmemişti. Birkaç laga lugadan
sonra, dertleşmeye başladılar, ya da o öyle zannetti.
-Anlat hadi lan, kaç yıldır
görmüyoruz, bahset bize biraz oralardan.
+Valla, anlatacak şey çok
aslında, ilk Moskova'dan başlayayım.
Dediği anda biri lafa girdi:
-Oğlum oradaki karılar çok
iyi ya, kapağı bir atsam geri dönmem, paso pomfiz. Ben mesela burada bin tane
manita yaptım, oraya gitsem 10 bin tane yaparım, her birini de onluk sayarım, o
kadar güzeller.
Der demez başka biri
susturdu:
-Lan bir dur, adam anlatıyor, ee aga ne iş
yaptın orada?
+Baktığında epey şey yaptım,
mısır sattım, ikinci el pazarında al sata girdim, müzik yaptım.
-Abi orada müzik olayı çok
iyi, insanlar anlıyor müzikten, burası gibi değil, burada hep cıstak cıstak. Ben
de burada bir gruba vokal olarak girdim de, insanlar anlamıyor oğlum müzikten,
saçma sapan istekler yapıyorlar.
Öbürü böldü lafı:
-Lan sanki burada çok dinliyorsun iyi müziği,
her hafta cıstak barlardasın, hem rakıyı neyle iççen lan, yabancı müzikle mi?
Zehri salmıştı ortaya, müzik
tartışması başlamıştı. Doktor Serhat fark etti olayı:
-Nasılsın, keyfin yerinde mi,
mutlu musun döndüğüne?
+Daha yeni geldim, biraz
zaman geçsin anlarız.
Güldü doktor, üstelemedi, daha
doğrusu üsteleyesi gelmedi, kendinden çok bahsedesi vardı, diğer herkes gibi.
-Çok yol katettim Murat.Tırnaklarımla
kazıyarak bu yolları aştım. Gençliğimi heba ettim, sen aylak aylak takılırken
ben dirsek çürüttüm burada. 10 yıl eğitim aldım, dile kolay. Ee, karşılığı olmak
zorunda, oluyor da. İkinci evimi aldım, altımda son model araba var, nereden
baksan ayda 30 bin cebime giriyor. Ama her kuruşunu hak ettim.
Sadece baktı Murat, diyemedi
bir şey. Bunların anlamı olup olmadığını sorgulayacak altyapısı vardı da;
sorgulamanın bir kere ne anlamı vardı? 13 yıl önce eşofmanlarıyla takılan,
tavuk döner yeyip mutlu olan herifin, şu an sahip olduklarını anlatmaktan mutlu
olmasının sebebini sorgulamanın hiçbir anlamı yoktu.
“Güle güle harca, umarım daha
çok kazanırsın.” dedi.
Geçen 13 yılda elbet o da çok
değişmişti; fakat tanıdığı tüm insanların kendi hayatlarını üstün görme ve
başarılarını gösterme çabalarına şaşmıştı. Herkes, en başından beri nasıl bir
yol çizdiğini, nasıl o yolda ilerlediğini, nasıl o yolu başarıyla tamamladığını
ve hatta o yolun ne kadar doğru olduğunu ispatlama yarışındaydı. Karşısındakini
asla dinlemeyen, ucundan dinlese dahi yanlış bulan; ama her daim doğru yolu
bilen insan güruhuyla birlikte yaşamak zorundaydı artık.
Serhat karşısında sürekli konuşuyor,
sürekli kendisinden bahsediyordu. En son takıldığı manitanın ilik gibi olduğunu
ve onu nasıl şutladığını anlatıyordu. Boş gözlerle bakıp, ara sıra kafasını
sallıyordu Murat. Bazen de masadaki diğer elemanların “Ooooo kardeşimiz geldi,
vurun bardakları.” bağırışlarına tebessüm edip, kadeh kaldırıyordu. Tahmini 3
saat sonunda Serhat kendini anlatmayı bırakmıştı, aslında o esnada kendisiyle
ilgili anlatabileceği başka bir konu aklına gelmiyordu. Kafalar da kıyak olunca
hafiften, hatırlamakta güçlük çekiyordu. Durdu, baktı, “Lan sen yaşadın ha
gençliği, ben sürekli okudum, en güzelini sen yaptın valla. Her yeri gezdin,
kim bilir ne ortamlara girdin, kim bilir ne yerler gezdin, kim bilir ne
karılarla takıldın… Elimde olsa, geçmişe dönüp, ben de o şekilde yaşamak
isterdim.” dedi. Murat, “Daha hiçbirini anlatmadım ki, nereden biliyorsun öyle
bir hayat yaşadığımı?” demek istedi, diyemedi. “Az önce kendi hayatının
mükemmelliğinden bahsediyordun. Emeklerinle bu günlere geldiğini, içinde
bulunduğun lüksün her damlasını hak ettiğini söylüyor, beni de aylak aylak
takılmakla suçluyordun. Nesi çekici geldi ki bunun?” demek istedi, diyemedi.
Güldü yine. Son kadehler içilmiş, ertesi gün iş olduğu için insanlar eve gidip
uyumak zorundaydı. Murat biraz daha takılacağını söyledi, arkadaşları “Budur
ya, özgürlük abi!” dediler. Güldü… Masadan kalktı, bar tezgahının yanındaki
tabureye geçti, etrafına baktı. Masalarda, kendi yolunun doğruluğunu
karşısındakine daha tam olarak anlatamamış insanlara baktı, aceleleri var
gibiydi, malum yarın iş var. Barın arkasında duran barmene döndü:
“ Birader, yolluk versene bir
tane, doğru olanından.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder