Sıradan bir ailenin, sıradan
bir oğluydu Murat. Babası kapıcı, annesi gündelikçiydi. Abisi Remzi ise o
doğduğunda 9 yaşındaydı. Anası babası severdi de, özel bir çocuk değildi işte.
Doğumu büyük bir heyecanla beklenmemişti. Başlarını soktukları kapıcı
dairesinde, tanıdık bir ebe doğurtmuştu onu. Ebe dediğimiz de, tıbbi eğitimi
olan birey değil; o mahallede başka bir apartmanın kapıcısının karısı. Tek
artısı tecrübe. Bir şey olursa hem 4. Katta Mazhar Bey vardı, doktor. Nispeten
iyi biriydi, yardımı dokunurdu. Neyse ki bir problem olmadı doğumda. Doğduktan
15 dakika sonra, 6. kattaki Rüştü Bey, viski aldırmak için babasını çağırdı. 20
dakika sonra gitti babası, "Kusura kalma beyim, çocuğum oldu az önce, o
yüzden geç kaldım." dedi. "Sokturma çocuğuna, sen niye buradasın,
hizmet etmek için. Al şu parayı, git bana viski kap." dedi alkolik
şerefsiz Rüştü. Doğumu bile küfür yedirtmişti babasına.
Bir kapıcı çocuğunun yaşayabileceği
hayattan farklı bir hayat yaşamadı. Süslü oyuncakları, güzel çikolataları olmadı.
Kıyafetleri genelde apartmanda yaşayan çocukların eskileriydi. Apartmanın
ender, iyi kalpli annelerinin yaptığı bağışlardı. Oyun arkadaşları, diğer
apartmanların kapıcılarının çocuklarıydı. Aksi olamazdı zaten. Durumu iyi
çocukların Mikasa toplarını patlatsa, babası da ona patlatırdı. Aslında
babasından okkalı bir dayak yemedi, en fazla birkaç tokat. Abisi asiydi, çok
dayak yemişti babasından; Murat ise usluydu. Dayak yememe sebebi usluluğu
muydu; yoksa abisinden dayak yemeye sıra gelmemesi miydi, kimse bilemez.
Murat 8’indeyken babasını akciğer
kanserinden kaybetti. E tabii, kovuldular evden, sonuçta kapıcı dairesinde
kapıcı yaşar. Yeni kapıcı da elbette o dairede kalacaktı. Topladı annesi
eşyaları, daha küçük bir şehirde yaşayan teyzesinin yanına gittiler. Küçük bir
evi vardı teyzesinin, alışması zor olmadı. Büyük bir evde yaşamamıştı zaten
hiç. Teyzesi emekli maaşını onlarla paylaşıyor, annesi evlere temizliğe
gidiyor, bu şekilde geçinip gidiyorlardı. Murat okula devam ediyor; abisiyse
okulu bırakmış, sanayide işe girmişti. Pek muhabbeti yoktu evdekilerle, sabah
evden çıkar, akşam gelir, yemek yer, uyurdu. Remzi mutlu değildi küçük yerde
yaşamaktan. Bir şekilde para biriktirip, büyük şehre gitmekti planı.
Murat 14 yaşına geldiğinde annesini
kaybetti. Kadıncağız, kocasının ölümünden sonra 10 yaş yaşlanmıştı zaten
neredeyse. Fizik gücü isteyen işine, bitkin vücudu bu kadar dayanabilmişti.
Remzi, kendini buraya bağlayan hiçbir şey kalmadığını düşünerek evi terk etti.
O günden sonra ne teyzesi ne de Murat haber alabildi ondan.
Ergenliğe yeni girmiş, baba ve anne
ölümüyle yüz yüze, bitik bir haldeydi Murat. En büyük şansı teyzesiydi. Hiç
evlenmemiş, çocuğu olmayan bu kadın; ona, belki de bir annenin duyabileceği
sevgiden fazla sevgi duyuyordu.
Hepimizin dile getirdiği klişe
sözler vardır, büyük zorluklar içinden gelip büyük başarılar kazanmış insanlara
bakıp, küçük bir “Helal olsun.” der geçeriz mesela. Büyük zorluklar içinden
gelip, büyük başarılar kazanmayan ama hayatına devam eden insanlaraysa pek bir
şey söylemeyiz genelde. “Eee, ne var bunda?” diye düşünürüz, ne kadar zor
olduğunu bilmeden. Bu zorluklar içinde yetişene saygıyı ender duyarız zaten de;
yetiştiren pek aklımıza gelmez. İşte teyzesi, bu yüzden onun en büyük şansıydı.
Anası babası ölmüş bir çocuğu, kalan tek akrabası olarak, sadece emekli
aylığıyla nasıl büyütebilirsin? Kirası, faturası, yol parası, mutfak masrafı,
temizlik masrafı, boku püsürü… Nasıl yettirirsin? Nasıl mümkün olur? Murat’ı
eve ek gelir getirsin diye sanayiye vermedi, hiçbir işte çalıştırmadı. Bir gün
olsun “Bu ay sonunu görür müyüz?” endişesini Murat’a yaşatmadı. Murat arsız bir
çocuk değildi, saçma isteklerde bulunmazdı; ama canı küçük de olsa bir şey
istediğinde, teyzesi ona hep sağlardı. Temiz kalbin, iyi niyetin, sonsuz
sevginin timsaliydi adeta.
Murat liseyi bitirdi, iş başvurusu
yapmaya başladı. Üniversiteye gitmek gibi bir planı yoktu, okumayı çok
seviyordu; ancak öyle bir masrafın altından kalkma imkanları yoktu. Gariban bir
çocuktu; ama eyvallahı yoktu. İş hayatına girince - ki bu sandığınız business
life değil; bela sikmek odaklı bir konsept. Bugünün mobbingleri, o günün
lütufları - kafayı yiyecek duruma
geldiği çok oldu. Kafa attığı da çok oldu. Başlarda ona para vermeyi taahhüt
eden işverenin, toplumun genelinde en büyük göt veren olduğunu anladı.
Usta – çırak işlerinde çalıştı
önceleri. Ancak eline belli bir para geçmiyordu. Her ay değişiyordu.
Sözleşmeyle çalışacağı bir işe geçmeye karar verdi. Sözleşme şartlarında uyulan
tek şeyin eline geçen para olduğunu görüyordu. Mesai mesela hiç 5’te bitmiyordu
öyle yazmasına rağmen. “Aman neyse, param yatıyor nasıl olsa, gerekirse fazla
çalışayım.” mantığı ona göre değildi. Herkes o mantıktayken, o insanlara bunun
yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Diğerleri ona hak veriyor; ancak öyle
bir hareket yaparlarsa işlerinden olacaklarını söylüyorlardı. Sömürüldüğünü
hissettiği her an, işverene gidip isyan eden bir insandı. O yüzden zaten çok
kafa attı, çok kafa yedi, yeri geldi bıçak yedi. Yaklaşık 15 farklı iş
tecrübesinden sonra, bir sağlık kurumunda hasta kayıt bölümünde işe girdi. İlk
defa 5’te biten bir işi vardı, söz verildiği gibi. Maaşı ne söylendiyse o
şekilde eline geçiyordu. Çalışan insanlarla arası fena değildi. Huzurun ne
olduğu hakkında çok bir fikri yoktu; ama buna yakın bir şey olmalıydı. Kafa
atmaya ara sıra devam ediyordu. Bu onun vazgeçemediği bir şey değildi aslında.
Hak edene atıyordu sadece. Artistlik yapan, çakallık yapan, hakaret eden hasta
ve hasta yakınlarına kafa atmaktan imtina etmiyordu.
Murat bir işçiydi, siyasi görüş
olarak önceliği de işçi haklarıydı. İşçiye değer verdiğini söyleyen, adını
işçiden alan bir partiye oy veriyordu. Onların yayınlarına abone oluyor, hatta
onların devamlılığı için kazandığı 5 kuruş paranın 3 kuruşunu onlara
bağışlıyordu. “Gün olacak, devran dönecek.” diyordu. Ondan fazla maaş alan
insanların hakkını o savunuyordu. Biliyordu, kömür işçiliği zordur,
tehlikelidir, çalışmıştı çünkü. Amelelik zordur, biliyordu. Daha pek çok farklı
emekçiliğin zor olduğunu biliyordu, daha iyi ve daha sağlıklı şartların
sunulmasının gerekliliğini çevresine anlatmaya çalışıyordu. Etki alanı dar
olduğundan ötürü, cebindeki 3 kuruşu bunları söylesinler diye partiye
veriyordu. Ancak Murat’ın çevresi ne kadar darsa, o partinin de ulaşabildiği
kitle o kadar azdı; ülkede en yaygın sınıf işçi sınıfı olmasına rağmen.
Evlenmedi Murat, teyzesiyle yaşadı
hep. Ayrı eve çıkabilecek kadar para biriktirdi, ama yapmadı. Onunla mutluydu.
34 yaşına geldiğinde, teyzesini kaybetti. Hayatının en büyük üzüntüsünü o zaman
yaşadı. O günden beri de, pek gülmedi, hala gülmüyor. Yüzünü tekrar
güldürebilecek tek ihtimal olduğunu düşünüyor, o da işçi devrimi. Umudunu
kaybetmedi hiç, bir gün tüm emekçilerin hakkını alacağına inandı hep. Göremedi
henüz, göremeyecek de; gülemedi henüz, gülemeyecek de…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder