Herhangi bir dilde, bu denli anlam karşılığı bulabilecek bir
söz yoktur, Deniz kadar. Duyulduğu andan ve beyne girdiği ilk 3 saniyeden
itibaren, her insanın kafasında en az 10 imge belirir. Kiminin aklına Çeşme’de
sahil gelir, kiminin aklına İstanbul’da boğaz; kiminin aklına dev dalgalar
gelir, kiminin aklına tekne tutması; kiminin aklına dalga sesleri eşliğinde
rakı içmek gelir, kiminin aklına manzaraya karşı sigara tüttürmek. Ama herkesin
aklına mutlaka O gelir.
Deniz de, O’ndan ötürü bu isme sahipti, diğer binlercesi
gibi. 86 doğumlu bir kız çocuğu. Aydınlı bir ailenin 2 çocuğundan biri. Babası
ve annesi, o dönem işkence yaşayanlardan değil; ama Deniz’e sempati
duyanlardan. Baba kimyager, anne ev hanımı. Baba tarafı CHP, anne tarafı DP
kökenli. Evlendikten sonra, annesi de babası gibi düşünmeye başlamış.
Fanatiklik derecesinde parti tutma olayı olmasa da evde, aidiyet hep sabit
olmuş. 80 öncesi ve sonrası dönemin
getirdiği korku sebebiyle siyasetin çok konuşulmadığı bir hane olsalar da,
içlerinden geçen tepkinin bir yansımasıydı kızlarının adının Deniz olması.
Deniz ilk kez 4 yaşındayken girdi denize. Çok severdi Deniz
denizi, kolluklarını takıp yüzmeyi, kumdan kale yapmayı çok severdi. Okula
başladı, sınıfında onun gibi 3 tane daha Deniz vardı. Okulu pek sevmezdi,
dersleri iyi değildi; ama Deniz adını bu yüzden de çok severdi. Deniz sen
cevapla dendiğinde, piyango çoğunlukla diğer üçünden birine vururdu. Ortaokulda
Deniz Seki’den ötürü de ismini çok sevdi. Onun kadar güzel değildi belki ama
Deniz adında güzel bir ünlü olması onu mutlu ediyordu. Lisede ilk defa bir
erkeği sevdiğinde ismini sevmemişti Deniz. Okulun yakışıklılarından, ülkücü
takılan bir çocuğa gönlünü kaptıran Deniz, sırf ismi yüzünden onunla
konuşamıyordu. Konuşmaya çalışıyordu; ancak çocuk onunla asla konuşmuyordu.
Öyle ya, ismi Deniz olan bir kız ancak komünist, şerefsiz bir aileden
gelebilirdi. Terörist kafalı, vatan haini bir kızla ne işi olurdu o çocuğun?
İlk o zaman merak etti adının anlamını. Sordu annesine; ama
pek idrak edemedi neyin ne olduğunu. Araştırma gereksinimi de duymadı, nasıl
olsa ismini değiştirmeyecekti. Araştıracak hali de yoktu üzüntüden, ilk aşkını
yaşayamadan, ilk aşk acısını yaşamıştı bile.
Pek parlak olmayan öğrencilik hayatını değiştirmeye karar
verdi. Böylece hem aşk acısını unutabilirdi, hem de başarılı olursa, hayalini
kurduğu İstanbul’da üniversite okuma imkanına ulaşabilirdi. Yaptı da… Derece
yapmamış olsa da, İstanbul’da pek çok üniversiteye girecek puan almıştı. Babası
da annesi de çok istemiyordu gitmesini. Hem kızlarını o kadar uzağa göndermek
istemiyorlardı, hem de maddi yükün altından kalkabileceklerinden emin
değillerdi. Ancak kızlarının bu başarısının tek sebebinin, İstanbul hayali
olduğundan eminlerdi.
Çekti Deniz’i karşısına, ne kadar yardımcı olabileceğini
anlattı. Deniz’in büyük beklentisi yoktu zaten. Kalacak yeri ayarlansın,
gerekirse yarı zamanlı iş bulup geçinebileceğini söyledi. Ailesi böyle bir
şeyin olmasını istemese de; kızlarının bu denli cesaretli ve özgüvenli olduğunu
gördükçe mutlu oluyordu. Böyle bir kız yetiştirmiş olmaktan gurur duyuyorlardı.
Gitti Deniz, İstanbul’a. Psikoloji bölümünde okuyacaktı. İlk
sene ortama adapte olmaya çalıştı. Yeri geldi İstiklal’de broşür dağıttı, yeri
geldi kafelerde garsonluk yaptı. Lisede araştırmaya üşendiği Deniz Gezmiş’i,
üniversitede okuyarak öğrenmeye çalıştı. Arkadaş çevresi oluşturdu, ailelerin
korktuğu arkadaş çevresi olan solculardan. Olgunlaştı, lisede ilk aşık olduğu
çocuğu gülümseyerek hatırladı, bir insanı isminden ötürü reddeden kişinin mutlu
olması için küçük de olsa dilek tuttu içinden. Sevgilisi oldu, Nedim,
solculardan, saçı sakalı birbirine karışmış, pislik içinde, bu nasıl adam
diyeceğiniz tiplerden. Siyasalda okuyordu, tipi -o pis algınızda- teröriste
benziyordu; ruhu da, en büyük terör olarak gördüğünüz komünizm için atıyordu.
Çok sevdi, çok sevildi. Çok okudular birlikte, şiirler,
kitaplar… Çok gezdiler, karış karış, otostopla hep. Çok yürüdüler, bazen vakit
geçirmek için; bazen düşüncelerini dile getirmek için eylemlerde. Çok
düşündüler, hem ikisinin birlikte kuracağı geleceği; hem herkesin özgür olduğu
bir yaşam biçimini. Çok hayal kurdular, çocuklarıyla birlikte yaşayacakları
küçük evi; çocuklarıyla birlikte görecekleri güzel günleri.
Özgürlük için, adalet için sadece düşünmenin yetmediğini
gördüler. Aktif birer eylemciydiler artık. O küçücük beyinlerinde hiçbir şeyi
tartmayıp, duyduğuna bağnazca inanan kitle tarafından, “Yürüyerek, slogan
atarak, neyi değiştireceksiniz?” sorusuyla muhatap oldular muntazaman. O
kitleye cevapları “Siz yürümeyin, biz yürürüz; siz bağırmayın, biz bağırırız;
biz düşünürüz, siz de düşünün.” oldu.
Tek saflıkları, “Yaa, bıraksana yaa, çoluk çocuk bunlar,
oyun sanıyorlar siyaseti, devleti. Gençlik heyecanı bunların, akıllarına
giriyorlar akıllarına.” , “Bunlar terörist, başka bir şey değil, okumaya
giderler, anarşist, terörist olurlar, ailelerine yazık bunların.” diyen
kitlelerden, düşünmelerini beklemekti. Düşünmediler zira. Kolluk güçlerinin,
sadece yürüyüp, slogan atan kitleye uyarısızca attığı gaz bombalarından,
tazyikli sudan keyif alan; “ Bak bak, şu çocuğa şimdi suyla nasıl takla
attıracak, keh keh keh.” diyen bir güruhtan böylesini beklemek saçmalıktı
zaten.
Yine böyle bir eylem günü, yine sorgusuz sualsiz atılan gaz
fişeklerinden biri Nedim’in başına isabet etti. El ele yürüyüp, slogan
atarlarken, Nedim bir anda yere yığıldı. Saniyelerin ne denli uzun olduğunu o
an anladı Deniz. Nedim’in kafasından kanlar süzülürken, Deniz’in kafasından
kurdukları hayaller, geçirdikleri anlar yavaş yavaş geçiyordu. Dili düğümlendi,
konuşamadı, bağıramadı. Kalabalıkta kimisi gazdan kaçmaya çalışıyor, kimisi de
Nedim’i o ortamdan taşıyıp uzaklaştırmaya uğraşıyordu. Akşam haberlerde, bir
eylemcinin yaralanarak hastaneye kaldırıldığı söylendiğinde, Nedim’i tanıyanlar
dışında koca ülkede, bir hanede gözyaşı dökülmedi. Bir hanede güzel söz
söylenmedi. Ülkenin, bu habere ortak yorumu “İyi olmuş şerefsize, ne işi varmış
orada?” oldu.
10 gün komada kaldı Nedim. 10 günün sonunda yaşama veda
etti. Haberlerde 10 gün önce yaralanan eylemcinin hayatını kaybettiği bilgisi,
1 dakikalığına yayınlandı. Ülkenin yorumu yine değişmedi. Daha olumlu
karşılandı hatta. Çoğunluğu kana susamış ülkenin nispi vicdanlıları (!) “ Yav
tamam, şimdi yazık olmuş çocuğa da, bunların aklına giriyorlar, beynini
yıkıyorlar, bunlar da ziyan oluyor o şerefsizler yüzünden. Devlete karşıysan,
sonun budur kardeşim.” yorumuyla, aslında vicdanlı insanlar olduklarını
kanıtladılar. Özgürlük, adalet, hak kavramlarını düşünerek ve ulaşmaya
çabalayarak koca bir hayatı geçiren insanlara, hayatında çakallık yapmak
dışında tek bir olguyu düşünmemiş insanlar “beyni yıkanmış” diyordu. Bu
coğrafyanın da kaderi buydu.
Deniz’in ailesi İstanbul’a gelip, Aydın’a geri götürdü
Deniz’i. Okumadı Deniz, okuyamadı. Nedim’in kafasına gaz kapsülü isabet ettiği
andan itibaren, ağlamaktan kurudu Deniz, kalmadı içinde bir damla yaş. Soldu
Deniz, bugüne kadar açan tüm güllerden beter soldu. Öldü Deniz; Nedim gibi,
Deniz gibi ve diğer tüm devrimciler gibi değil; her gün kanayarak, içinden can
koparak öldü.