Cipro ile Klacid, Antibiyo
ülkesinde aynı gün doğmuş, ömürleri boyunca birbirleriyle denk gelmeyecek 2
erkek çocuğuydu. İkisi de apayrı kültürde yetişmiş, apayrı dini inanca, apayrı
siyasi görüşe, apayrı doğrulara sahip ailelerin çocuklarıydı. Klacid’in ablası;
Cipro’nun ise ağabeyi vardı. Klacid'in ailesi, Esculope dininin getirdiği
kurallara katı bir şekilde bağlı, Antibiyo'nun birlik, beraberlik ve daimliğini
savunan, muhafazakar yapıda bir aileydi. Kendileri her zaman bu
düşüncedeydi; ancak destekledikleri görüş epey uzun süredir de iktidarda olunca,
daha bir sahiplenmişlerdi bu görüşü. Cipro'nun ailesi ise görünürde daha
özgürlükçü olsa da; uzun yıllar muhalif olmanın getirdiği bir kutuplaşma
yaşamış ve muhalif olmayanı kabul etmeme yolunu seçmişti. Bu da onları kendi
içinde muhafazakar hale getirmişti. Cipro'nun babası tek çözümün Hijyenist
devrim olduğunu ve bu devrim sonucu tüm Esculopistlerin ve iktidar yanlılarının
öldürülmesi gerektiğini savunuyordu. Hijyenizm, bir din gibi kurallar bütünü
olmasa da; akım olmanın getirdiği zorunlulukla kurallar ihtiva ediyordu. Cipro’nun
babası da ancak bu şekilde yeni bir yaşam oluşabileceğine inanıyordu. Klacid'in
babası ise aynı sertlikte; fakat aksi bir düşüncedeydi. Uzun yıllar iktidarda
kalan bu görüşün, ülkenin gerçek kimliği olduğunu ve aradan çıkan çatlak
seslerin sindirilmesi gerektiğini savunuyordu. "Ülke bu, din bu, kurallar
da bu. Sevmiyorsan terk et!" diyordu. Cipro ile Klacid, bunlardan habersiz
meydana gelen iki candı sadece. Ailelerinin en değerli varlıkları;
birbirlerinin potansiyel düşmanları.
Klacid sadece Esculopist ailelerin
çocuklarıyla oynayabiliyordu, Cipro ise Hijyenist ailelerin çocuklarıyla.
Çocukların okul çağı geldiğinde, işler aileler için biraz daha zorlaşmıştı. Dış
dünyada gittikçe sertleşen siyasi ortam, hayatlara çok daha fazla etki
ediyordu. İkisi de okulun ilk günü aileleri tarafından, karşıt görüşle
arkadaşlık yapmama hususunda tembihlenmişlerdi. Aslında söylenenleri pek
anlamamışlardı, bahsedilen karşıt görüş hakkında hiç fikirleri yoktu ki...
İkisi de ara sıra babalarının televizyon karşısında celallendiğini, hatta
küfürler savurduğunu görmüş; ancak sebebini çözememişti. Çok da önemli değildi
zaten, oyun oynamak varken bu tür şeylere küçücük dünyalarında yer açamazlardı.
Hoş; isteseler de, aileleri sen küçüksün derdi.
Ülkenin, eğitimde net bir
ayrıştırma politikası uygulayamaması, Esculopist çocuklarla Hijyenist
çocukların bir arada okumasına neden oluyordu. İki aile de rahatsızdı bundan;
fakat iki çocuk da okumak ve bir gelecek yaratmak zorundaydı. İkisinin de
okuldaki en yakın arkadaşları zıt görüşten çocuklar olmuştu. Aileler bu durumu
öğrenince, çocukları sorguya çektiler. Klacid'in babası "Ne işin var
kokarlarla? Teröristlerle görüşmeyeceksin, vatan haini mi olacaksın başıma? Git
ve bizim ailemizin kalitesine uyan çocuklarla arkadaşlık kur, bastırma bana
okulu!" gibi orospu çocuğu bir yaklaşımla haşlamıştı oğlunu. Cipro'nun
babası ise bu durumu öğrendiğinde "Bağnaz bir it mi olmak istiyorsun?
Sikik bir dine inanan, at gözlüklü, güç yalakası bir piç ol diye mi yolluyorum
seni okula? Onlar gibi koyun mu olmak istiyorsun? Başına bir çoban, önüne iki
tutam ot, boş beleş yaşam. Bu mu senin geleceğin?" tarzında, eşdeğer bir
orospu çocukluğuyla kızmıştı oğluna. Hatta kendini tutamayıp tokat bile
atmıştı. İki çocuk da, babalarının dediklerinden hiçbir şey anlamadan ertesi
gün okula gitmişlerdi. Tek bildikleri şey, artık en yakın arkadaşlarıyla
görüşmemeleri gerektiğiydi, öyle de yapmışlardı. Ama bir sonraki en yakın
arkadaşları yine zıt görüşten olmuştu, babaları yine kızmıştı, yine
arkadaşlıklarını sonlandırmışlardı. Bu durum 5-6 kez yaşanmış; ancak çocuklar
nerede yanlış yaptıklarını bulamamıştı. En iyi anlaştıkları, en güzel oyun
oynadıkları, en güzel muhabbet ettikleri çocukların hangi yanlış kısmı vardı da
babaları kızıyordu?
Çocuklar artık büyümüş, ergenliğe
girmiş, lise çağına gelmişlerdi. İkisi de ailelerine yaraşır bir birey olmak
istiyordu. Fikir temellerini oluşturmaya çalışan bu iki çocuk, çoktan
liselerindeki kendi görüşlerini savunan kişilerle arkadaşlıklarını ilerletmiş,
kendilerini çete olarak lanse etmeye başlamışlardı. Bir yandan da ergenliğe
girmiş olmanın getirdiği cinsel dürtüleri tanımaya ve hatta değiştirmeye
çalışıyorlardı. Esculopizm, eşcinselliği günah kabul etmiş bir dindi. Bunun bir
hastalık olduğu düşünülüyordu. Bu hastalığı tedavi etmek için sağlık kurumları
bile kurulmuştu. Islah olmayanların cezası ise idamdı. Klacid, bir yandan
arkadaşlarından ve ailesinden bu durumu saklamaya çalışırken, diğer yandan
neden kendisinin diğer herkes gibi normal(!) bir birey olmadığını sorguluyordu.
Nasıl olur da erkekleri kadınlardan daha tahrik edici bulabilirdi? Tedavi mi
olmalıydı? Ya sonunda ıslah olmaz ve idam edilirse? Göze alamıyordu, kendi
içinde çözmeye, dürtülerini dizginlemeye çalışıyordu.
Cipro’nun ailesi nasıl olsa
Esculopizm’e inanmıyordu. Ama onların kültür ve geleneği de eşcinselliği doğru
bulmuyordu. Hem Cipro’nun babası istemez miydi torun sahibi olmayı? İstemez
miydi oğlunun bir kadınla mutlu bir evlilik yaşamasını? Ayrıca eşcinsellik de ne demek oluyor? Nereden
öğreniyor bu çocuk böyle saçma şeyleri? Cipro da anlam veremiyordu içindeki bu
duygulara, ama dile de getiremiyordu. Lisedeki arkadaşlarıyla devrim hayali
kurarken, bir yandan da cinselliğini özgürce yaşayabileceği bir ülke hayal
ediyordu. Daha şanslıydı Klacid’den. En azından hayal edebiliyordu.
Ülkenin başında hala aynı iktidar
vardı; fakat eskisi kadar ılımlı değildi. Kurumlarda güçlü ve ülkeye tümüyle
hükmeden bir siyasi oluşum vardı artık. Kendinden olanı makul ve mazur gören; kendinden
olmayana baskı kurmayı düstur edinmiş, totaliter bir zihniyet. Fakat hükmünü
ülkenin her yerinde aynı şekilde uygulayamıyordu. Hijyenistler ülkenin belli
bir coğrafyasında çoğunluğu sağlamış, hatta o bölgede kendi kurallarını uygular
hale gelmişlerdi. Kendi orduları, kendi sağlık birimleri, kendi eğitim
kurumlarını bile oluşturmuşlardı. Onların da, sahip oldukları bölgedeki
uygulamalarının Antibiyo Devleti’nden farkı yoktu. Esculopist rejim, orayı bu
oluşumdan kurtarıp, tüm inananları refaha kavuşturmak; Hijyenist rejim ise tüm
ülkeyi ele geçirip, Esculopist rejimi yıkmak ve kendi rejimini oturtmak
istiyordu. Önceleri münferit olay olarak görülen karşıt görüş kaynaklı ölümler,
artık olağan hale gelmiş ve iç savaş boyutuna ulaşmıştı. Suç olarak
nitelenen çoğu kavram, günlük yaşantının ritüeliydi artık. Faili meçhuller,
tecavüze uğrayanlar, gaspa uğrayanlar…
Klacid’in ablası o dönem üniversite
öğrencisiydi. Ailesinin ve sistemin ona aşılamış olduğu kültüre sonuna kadar
sahip çıkan gerçek bir Antibiyo kadınıydı. Siyasi aktivitelere çok katılmazdı,
zaten ailesi de istemezdi onun siyasi bir figür olmasını. -Hem kadının
siyasette işi ne canım?- İçine kapanık, asosyal bir kız değildi; fakat daha
önce ciddi anlamda sevgilisi olmamıştı. Birkaç tane çocukla gizliden
flörtleşmişti, tabii sınırlar dahilinde. En fazla el ele tutuşmuştu. Öpüşmeyi
çok merak ediyordu aslında, ama yapamazdı, yakışmazdı ki bekar Antibiyo
kadınına. Hele sevişmek, tövbeee. O, bu yaşına kadar bekaretini saklamıştı ve
bununla gurur duyuyordu. Kocası sahip olabilecekti sadece ona. Günü geldiğinde
yaşanacaktı cinsel birliktelik. İçindeki dürtülere öyle bir ket vurmuştu ki,
ilk mastürbasyon yaptığında utancından intihar etmeyi bile düşünmüştü.
Heteroseksüel olduğundan emindi. Çünkü o bir kadındı, aksi olamazdı. Bir kere
dünyaya gelme sebebi üremeyi sağlamaktı, daha nasıl farklı bir şey olabilirdi
ki? Lezbiyenlik mi? Bir kez bile düşünmedi, düşünemedi. Yoktu ki öyle bir
algısı. Ülkede yoktu bir kere. Eşcinsellik bile erkek egemen bir kavramken,
lezbiyenlik nereden çıkıyor? Ha ola ki lezbiyen bu kız, ibnelerle aynı yerde mi
tedavi görecek? O kadar erkeğin arasında? Ama onlar ibne? Bu kız da mı ibne?
Yok yok, öyle şey mümkün mü ya?
Güç bela ailesinden izin koparıp,
kız arkadaşlarıyla sinemaya gittiği bir akşam, eve dönüş yolunda tecavüze
uğrayıp öldürüldü Klacid’in ablası. Antibiyo’nun başkentinde, sokak ortasında
iki adam tarafından kaçırılıp, tecavüz edilip, öldürüldü. Halbuki düşünmüştü,
ortalığın pek tekin olmadığının farkındaydı. Yürüyerek dönmektense taksiye mi
binsem demişti, ama taksici de manyak çıkabilirdi? Hem bir şey olacak olsa,
bağırırım biri duyar, yardım eder veya kaçarım demişti. Bağıramadı da, kaçamadı
da… Yürüyerek bir yere ulaşmak kadar normal bir eylemi, başıma bir şey gelmeden
nasıl başarabilirim diye düşündürtecek kadar saçma bir sistemde yaşıyordu çünkü. “Yüce
Antibiyo Devleti’nin başkentinde sokak ortasında bir kız, kimliği henüz tespit
edilemeyen kişi veya kişilerce kaçırılıp, tecavüz edilip, vahşice öldürüldü.
Antibiyo Devlet Başkanı bu olayın bizzat takipçisi olacağını, faillerin
Hijyenist gruplardan olduğunu tahmin ettiğini ve bu olayı nefretle kınadığını;
ancak ailelerin de kızlarına sahip çıkması gerektiğini dile getirdi. ” 1
dakikalık haber yeterliydi, zaten devlet başkanı gerekeni söylemişti.
Cipro’nun babası bu haberi
ayaklarını kaşıyarak izlerken, pişkin pişkin gülerek “Antibiyolu bir orospu
daha gitmiş, iyi işte.” dedi. Annesi “Ne işi varmış canım o saatte sokakta,
kaşınmış valla.” dedi. Cipro’nun da fikirleri netleşiyordu, karakteri
oturuyordu artık. Ailesinin empoze ettiği güzel ahlak ona şu cümleyi söyletti:
“Oh olsun kahpeye!”
Bu olaydan yaklaşık 7 ay sonra,
Cipro’nun abisi, -Hijyenist Silahlı Kuvvetler’in üst düzey subayı- Antibiyo Silahlı Kuvvetleri tarafından yakalandı ve
vücudu parçalara bölünerek öldürüldü. Klacid’in babası “Öldürün köpekleri, az
bile yapmışlar, soykırım lazım soykırım!” diyerek karşıladı bu olayı. Annesi “Kansızlar,
geberin inşallah hepiniz, dinsizler.” dedi. “Dinsiz” kelimesini küfür olarak
düşünüyordu. Klacid de muhteşem ailesini utandırmayarak “Yok baba, bunların
ellerini ayaklarını kesip, sana yalvartarak yaşatacaksın. Yalvara yalvara
ölecek piç kuruları.” dedi. Babası, oğlunu böylesine güzel yetiştirmenin
verdiği gururla güldü. Kızının başına gelenlerden beri ilk kez yüzü gülmüştü.
Akan kana üzülüp, akan kanla gülmüştü.
Klacid, üniversiteyi de okuyup
mühendis oldu. Sıkı bir Antibiyo milliyetçisiydi. Ne var ki, hem kendisinin hem
de toplumun bastırılması gereken bir dürtü, bir hastalık olarak gördüğü
eşcinselliğini bastıramadı. Vatana hayırlı bir evlat olmam gerekiyorsa tedavi
olmalıyım diyerek sağlık kuruluşlarına başvurdu. Ailesinin beynine soktuğu
kurallarla yaşadığı saçma hayatı boyunca, sahip olduğu tek insani yönünün
eşcinsellik olduğunu bilemeden, Antibiyo Devleti tarafından idam edildi. Çünkü
siktiğimin devletinin kuralları vardı.
Cipro, ağabeyinin yolundan
ilerledi, onun kanını yerde bırakmamaya ant içti ve Antibiyo kanı akıtmak için
asker oldu. Ailesi böyle hayırlı bir evlat yetiştirdiği için hep gurur duydu. Çünkü
ailesi, oğulları ölmüş olmasa da akan kandan mutlu olacak kadar bok zihniyetli
bir aileydi. Cipro, bulunduğu bölükte başka bir askerle eşcinsel ilişki
yaşadığı tespit edildiği ve bunun bir salgın gibi yayılmasından korkulduğu için
Hijyen Silahlı Kuvvetleri tarafından idam edildi. Çünkü siktiğimin yerinde
eşcinsellik bir tercih değil; bulaşıcı bir hastalıktı.
Bu pislik dünyada “CAN” denen
kavram, yapılan kıyasa göre değer buluyor. Öldürülen veya eceliyle ölen kim
olursa olsun, canın değeri bir ve hep değerli. Senin “Oh olsun” dediğin,
başkasının ana kuzusu. Senin terörist gördüğün, başkasının gözünde şehit; tıpkı
onun gözündeki teröristin senin gözünde şehit olduğu gibi. Senin, eşcinsel olduğu
için anormal gördüğün insanın canı, senin en sevdiğinin canıyla eşdeğer. Kaybetmesi
bu denli olağan bir şey olarak görme şu CAN kavramını. Öldürmeyi
normalleştirme. Üzül veya üzülme; ama her bir canın, her bir yaşamın,
kaybedilmeyi hak etmeyecek kadar değerli olduğunu bil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder