Jean Jacques Rousseau’nun bir sözü var: “İnsan; düşünmek, sevmek ve inanmak için
dünyaya gelmiştir.” Bu sözü ilk okuduğum zaman, bütünüyle hak vermiştim.
Hakikaten bunlar için varız diye düşünmüştüm. Ancak daha sonra fark ettim ki bu
eylemler, bir amaçtan ya da varoluş nedeninden ziyade, bir zorunluluk haline
gelmiş vaziyette. Düşünmek, inanmak ve sevmek eylemlerini, yaşamak için
gerçekleştirmek gerekiyor sanki. Aksi takdirde yaşamak güçleşiyor, can sıkıcı
bir durum ortaya çıkıyor bir şekilde.
Küçükken annemlerle misafirliğe gittiğimiz zaman, diğer
çocuklarla oynamak durumunda kalırdım. Birçok kez, birçok çocuğun, canları
sıkıldığı gerekçesiyle ağladıklarını ve evlerine gitmek istediklerini hatırlıyorum.
Bir türlü anlamazdım. İnsanın canı nasıl sıkılıyor diye merak ederdim. Bir de
baş dönmesi ve baş ağrısına anlam veremezdim o dönemler. Başım dönüyor diyen bir
çocuğun, yalan söylediğini ve ilgi çekmek istediğini düşünürdüm. Sonradan
anladım ki baş dönmesi, başın fiili olarak dönmesi şeklinde gerçekleşen bir şey
değilmiş. Ancak hala o çocukların başlarının dönmediğini düşünüyorum. O yaşta
baş mı döner! Neyse.
Can sıkıntısı olayına ise hala bir anlam verebilmiş
değilim açıkçası. İnsanın canının sıkılması için, düşünme, sevme ve inanma
hususlarından en azından birinde boşluğa düşmesi gerek bana göre. Gerçi bir
anlam vermiş gibi görünüyorum böyle yazdığıma göre. Anlatıyorum.
Düşünmek, insan istese de istemese de gerçekleşen
bir eylem zaten. Mühim olan ne düşündüğün. Ama tabii “İyi düşün, iyi olsun.” gibi bir
klişe ile yola çıkıp hiçbir şey yapmazsan bu düşünceye dair, salt iyi
düşünmekle iyi olmaz her ne düşünüyorsan. Telekinezi falan da öyle dillendirildiği gibi kolay iş değil.
Yazıyı okuyan ermişleri ve dervişleri istisna tutuyorum.
Sevmek, bana göre hayattaki en güzel eylem. Her şeyi
güzel kılan bir özellik taşıyor bu olay. Erkin Koray gibi “sevinceee” diyor
insanın her hücresi. Beynin komutları güzelleşiyor mütemadiyen. Severadım
gidiyorsun her yere Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi. Herkesi sevin yahu işte. İşinizin
adı ne. Zararı da yok hem. Ama öyle laf olsun diye sevmek olmayacak. Harbi
seveceksiniz. Harbi derken de öyle ağır abi havalarında değil. Ne olursa olsun
sevmekten bahsediyorum. Anne gibi. Ama çok zor tabii bu. "Sevmek çok zormuş." diyor ya Orhan Gencebay, öyle harbi. Ama yine de, sevince seviliyor. Başaran
varsa onları da tebrik eder, başarılarının devamını dilerim.
İnanmak, bütün insan eylemlerinin içerisinde var
olması gereken bir şey. Hem o eylemlerin gerekçesi, hem de sonucu. Hem varoluş
nedeni, hem de ulaşılacak amaç. Düşünmekten yola çıkarsak, düşünceyi değerli
kılan şey, o düşünceye inanıyor olmak. Sevmek noktasında zaten aslolan şey,
sevgiye duyulan inanç. Gerçi bakmayın böyle yazdığıma. Zaman zaman inanmadığım
düşünceleri, sırf karşı tarafın düşüncesinin temelsiz oluşu nedeniyle savunurum
ben. Ama bunun temelinde de inandığım şeyin doğru mu yanlış mı olduğunu anlamak
isteği var bana göre. Aynı zamanda karşıdaki insanın daha bi’ düşünmesini,
inanıyorsa eğer inandığı şeyi sorgulamasını sağlamayı da hedefliyorum içten
içe.
Kısacası; düşünmek, sevmek ve inanmak kabiliyeti
hakkıyla mevcutsa bir insanda, can sıkıntısı kendine yer bulamaz o kimsede.
Bence tabii.
Bir de tabii, Allah can sağlığı versin. O da mühim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder