Bana dünyaya gelmek ister misin diye sormadılar. Bana, seni
T.C. vatandaşı yapıyoruz demediler. Bana sen Müslümansın haa, dediler. Hangi
kreşe gideceğimi, ilkokulumu söylediler. Ben de gittim. Büyüdüm, bana ortaokulumu
da seçtirtmediler. Seçtiler, ona da gittim. Bana ne yapmak istersin demediler.
Bana şöylesi de var diye seçenek sunmadılar. Sana da sunmadılar. Kimseye de
sunmayacaklar. Sonra daha da büyüdüm. Yeter len dedim, artık kontrol bende, ne
dersem o olacak. Öyle sandım. Üniversiteyi ben seçtim sandım. Mesleği ben
seçtim sandım. Eşimi ben seçtim sandım. Ve yanıldım.
Bu bankada kimse sorsanız, beni bilir. Uzun zamandır
buradayım. İşten kalan zamanımda, yani dalıp gittiğim vakitlerde, etrafı
gözlemlerim. Küçüklükten gelen bir hastalık bu bende. Her şeyin ardındakini
anlamlandırma çabası... Bir nevi ruhsal bozukluk. Annemle babam kavga ediyor
mu, etmiyor mu diye anlamaya çalışırken, böyle bir insan oldum işte.
Antrenmanlıyım anlayacağınız. Engel de olamıyorum, ne yapayım? Kendime göre bir
sürü haklı gerekçem var. Gerekçe dediğim birçok şeye toplum bahane diyor ama
olsun. Toplum çok şey diyor zaten. Hepsini ciddiye alacak gücüm yok benim.
Hemen hemen herkesle iyi anlaşırım bankada. Hem eski olduğumdan, hem de iyi
gözlem yaptığımı düşündüklerinden birçok insan gelip derdini benle paylaşır.
Dinlerim. Fakat sadece o kadar. Arada bir duymak istediklerini söyleyip, mutlu
etmeye çalışırım onları. Ama yine geleceklerini bildiğimden kendimi boş yere
yormam çoğu zaman. Kalabalık bir çalışma grubumuz var. Yine de, aralarında Ayşe
ile Hikmet'i ayrı tutuyorum. Onların hikayesi geçenlerde okuduğum bir romanın
baş kahramanlarınınki gibi. Onlara da kimse bir şey sormamış. Onların bunlardan
haberi yok tabii. Ben de söylemedim. Kimseyle kötü olmak istemem sonuçta.
İşindeyim, gücümdeyim... Tercihte bulunduklarını sanıyorlar. Üzülüyorum. Kendilerini
çok yalnız hissediyorlar ama aslında hiç yalnız değiller. Etraf onlar gibi
insanlarla dolu. Yalnızlıklarını bastırmak için kendi kendine konuşan çok insan
gördüm fakat, kendisine mail atan az insan gördüm. Burası bir banka. Sadece
banka değil, ülkenin örnek kümesi.
Ayşe'nin ailesinin hali vakti yerinde. Doğma büyüme buralı,
yani Bodrumlu. Okulu bitirir bitirmez büyükşehir hengâmesinden kaçıp yeniden
memleketinin yolunu tutmuş. Turizm yapmak istemediğinden dolayı da, iş
anlamındaki birkaç seçenekten biri olan bankaya yönelmiş. Bu tür yerlerde ya
turizm yaparsanız, ya öğretmen olursunuz ya da bankaya girersiniz. Eğer
ortalama bir insansanız... Aile rahat durmamış tabii; iş tamam, peki ya eş
demeye başlamış. Tek maksadı ailesiyle, doğup büyüdüğü bir yerde, kariyer ve
para hırsına kapılmadan sakin bir hayat yaşamak olan Ayşe'ye tüm güçleriyle
yüklenmişler. Ne kadar karşı koyabilirsin ki? Kimi buldularsa hayır demiş Ayşe.
En sonunda, ya tamam evleneceğim ama kocamı bari ben bulayım diye sinirli bir
tavırla baskıları savuşturmuş. Gayet anlaşılabilir bir durum bu. Akılda olmayan
evlilik fikri, aileler tarafından zorla kafaya zerk edildiğinde, özgür bir
bireymişçesine hissetmek için evleneceğim insanı ben seçerim düşüncesine
yöneliriz. Ailesinin Ayşe'ye aşıladığı evlilik önermesi Ayşe için yeterince
ağırken, bir de onların bulacağı biri katlanılamaz bir hal alabilirdi. Kim olsa
aşağı yukarı Ayşe gibi yapardı. Fakat unutulmamalı ki, tutsaklıktan sonraki
hiçbir seçim özgürlük değildir. Bir köpeği bahçeye kapatıp sonra hadi bakalım
istediğini yap, artık özgürsün diyemezsin. Ayşe, süreci uzatırsa baskıların
daha da artacağını bildiğinden hedefe kitlenmiş bir füze gibi gördüğü her
erkeğe acaba diye bakmış. Çok geçmeden de bizim bankadaki Hikmet'i bulmuş.
Hayatının büyük bir bölümünün geçtiği yerden, bildiği, tanıdığı ortamdan
Hikmet... Öyle mi acaba? Elbette ki öyle değil. Ayşe, Hikmet'ten nefret ediyor.
Sorsanız, dünyanın en mutsuz insanı o. Hemen hemen her gün kavga ediyorlar.
Ayşe bir ara yaşadığı sıkıntılara dayanamayıp durumu ailesine anlatmış. Onlar
da, biz sana evlen dedik ama onla evlen demedik demiş. İnsanlığın en aşağılık
olduğu zamanlardan biridir bu anlar. Ortaya bir fikir atarlar, şayet o fikri
kabul etmezsen ve onlar haklı çıkarsa ben demiştim derler. O fikri kabul etmene
rağmen haksız çıkarlarsa, ben sana dedim ama ille de yap demedim, sen kendin
seçtin derler. Ayşe'nin Hikmet'ten sırf Hikmet olduğu için nefret ettiğini
sanmıyorum. Bana göre fazlasıyla yansıtma söz konusu. Ayşe ailesinden ve
onların aklına soktuğu evlilikten nefret ediyor. İşin ucu da nihayetinde
Hikmet'e batıyor. Her Şey Çok Güzel Olacak'ta diyorlardı ya; hayat işte, neyse
ne...
Hikmet'in ailesi oldukça gariban. Yozgat'ta çiftçilik
yapıyorlar. Yozgat'ta Blues yapacak halleri yok ya. Kazandıkları kıt kanaat
parayla Hikmet'i Ankara'da okutmayı başarmışlar. Tek dertleri oğullarının her
ay düzenli şekilde maaş alacağı bir işe girmesi. Ne olduğu çok da önemli değil.
Olabilecek en yakın zamanda, en hızlı şekilde olması önemli onlar için. Hikmet'in
ise amacı devletin önemli bir kademesine kapak atmak. Hikmet okulu bitirir
bitirmez KPSS'ye girmiş ama istediği yerleri tercih edecek puanı kazanmamış.
İkinci senesinde de kazanamamış. Tam bir daha hazırlanıp tek ideali olanı
yapmak için gayret gösterecekken ailesi bunu kapı dışarı etmiş. Üniversiteyi
kazandığında göklere çıkardıkları oğullarını, henüz istediğini elde edemediğin,
onlara göre işe yaramadığı için yerin dibine sokmuşlar. Hikmet ne yapar, ne
ederim diye düşünürken sonunda bankaya başvurmuş. İlk Yozgat'ta, sonra da
İstanbul'da bir süre çalışmış. O kadar sıkılmış ki, yer değiştirirse sıkıntılar
hiç olmazsa bir nebze alır diye düşünüp dört senede beş farklı şehir denemiş.
Oysa İstanbul'u sevmemenin sebebi çoğu zaman İstanbul değildir. Bir yeri
seversen, o yer dünyanın en güzel yeridir, ama bir yeri sevmezsen... Bu da
Vizontele'de geçiyordu. Hikmet son durak olarak da Bodrum'a sürüklenmiş. Şu an
bankanın müdür yardımcısı konumunda. Maaşı epey dolgun. Fakat yaptığı işten
nefret ediyor. Toplamadan, çıkarmadan, hesaptan, kitaptan tiksiniyor. Her sabah
olanca somurtkanlığı ile onu görmek, güne başlamanın en boktan tarafı biz diğer
çalışanlar için. Yine de, çalıştığın eski yerlerin aksine Bodrum'u epey seviyor. Yozgat'taki ailesinden uzakta olmak
onu rahatlatıyor. Görev yaptığı diğer yerlerdeki yıpratıcı iş temposundan da
uzak tabii. O artık, tam da ailesinin istediği gibi düzenli şekilde maaşını
alan bir etkisiz eleman. Bankanın en göze batan insanlarından olmak onun yolunu
bir şekilde Ayşe'yle kesiştirdi. Hikmet, Ayşe'ye kör kütük aşık. Onun Bodrumlu
olmasını seviyor. Onun kariyer hırslarından arındırılmış halini seviyor. İşe değer vermemesini, sadece Bodrum'da olmak için bu işi yapmasını seviyor. Kendisinde olmayanları Ayşe'de gördüğü için seviyor. Hikmet kısaca şu bankada
tek şeyi seviyor, o da Ayşe. Hikmet de kavga gürültüden bıkmış durumda ama ona
göre tüm dertlerinin sebebi, bankacılığın kendisini sevimsiz, ilgisiz biri
yapmasından kaynaklı. Ayşe'nin onu sevmemesi gibi bir düşünce kesinlikle
aklından geçmiyor. Paraya, hesaplara, müdürüne, gişelere, atm'lere her gün
lanet okuyor. Tek hayali bir gün bir kafe açmak ya da bir pansiyon
işletmek.
Çalıştığım her iş günü Ayşe ile Hikmet'i görüyorum. Onların
yaptıkları seçimleri düşünüyorum. İçimden diyorum ki, bir insanın bu hayatta kendisine
yapabileceği iki kötülük var: biri yanlış eş, biri yanlış iş. Vazgeçecek gücün yoksa
bir ömür bu ikisiyle geçiyor. Ne olabiliyorsun ne de ölebiliyor... Kendimi
böylesine çaresiz ve karamsar hissettiğim zamanlarda kulaklığımı takar,
önümdeki evraklara dalarım. Bir gün yine tam bu ruh haline yakalanmışken
kulaklığı takmış müzik dinliyordum. Listeden Exit Music (For a Film) çıkageldi.
Radiohead'in OK Computer albümündeki en baba şarkılardan biridir kendileri.
Bir kez daha dalıp gittim. Thom Yorke'un gör dediğini anlayabilmek için uzunca
bir süre düşündüm. Ayşe'yi de, Hikmet'i de, hayatı da iyi bilenler toplanıp,
albüme OK Computer adını vermişlerdi sanki. Bilgisayar çağındaki seçeneksizliğin
seçeneği demekti bu. Bilgisayarda karşımıza çıkan hata ekranlarında sunulan tek
seçeneği, yani 'tamam'ı tıklayıp devam edebiliyorduk ancak. 'Tamam bilgisayar'
diyorduk, seçim yapma sanrısının verdiği tüm özgürlük hissiyle... Ve yine
yanıldık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder